.GERÇEK AŞKI TANIMAYAN BİR NESİL!
HAYATIMIZI ZİNDAN ETTİ.
Yaratıcının en mükemmel tasarımıyım ben. İnsanım! Ve en
mükemmel şekilde tasarlandım.
“Ben gizli bir hazineydim, istedim ki bilineyim” diyerek
yarattığı âlemlerin en sevgilisi Muhammed’in nuru aşk-ı ile
yaratılan kâinatın malıyım.
Yani büyük bir aşkın ürünüyüm. Aşk çocuğuyum ben. Âşık olmak
ve kâinata sevgimi sunmak üzere programlandım yaratıcım
tarafından.
Aşk ne zaman, ne de mekân arar. İlle de mekân derseniz
kalbim derim.
Zaman ise; geldiği andır. . . O gelmeden hissettirir
kendini, olaylarla belli eder geleceğini. Sanki geleceğini
bilir gibi beklerim onu.
Bir hassasiyet bir durgunluk başlar yüreğimde, fırtına
öncesindeki sessizlik gibi bir sükûn kaplar etrafımı.
Sanki bir şeyleri hisseder ama ne olduğunu kestiremem bir
türlü. İşte o an aşk kapımdadır, içeri girmek için davet
bekler benden.
Ben aşkı bilsem de onun kadar aşkı hiç kimse bilemez. O
sevenlerin en sevenidir, çünkü aşkı yaratan o dur. O aşkın
ta kendisidir.
Sevmeseydi zaten yaratmazdı beni.
O, istenmeyi istemeseydi, istemeyi içime vermezdi.
O sevilmeyi ister, o istenmeyi bekler. Ve yine insanla ayna
tutar insana.
Aslında aynada o dur, sevgide o dur, aşk da odur.
O benim kapıma gelen deli sevdamdır.
“İnsan benim sırrımdır. Ben insanın sırrıyım ”der.
Sır nedir?... Aslında kâinattaki en büyük sır AŞK tır.
Sev der, çok sev ama en çok beni sev.
Sevdirir birleştirmez, gösterir yaklaştırmaz, özletir hasret
bırakır, âşık eder kavuşturmaz. Zaten kavuşsa adı aşk olmaz.

Yan der, çıra gibi yan ama tutuşma der, tutuşacaksan sadece
benim için tutuş.
Bir baş eğmezliktir insanın hayata karşı hırçınlığı. Ve
kendini bildiği andan itibaren aşkı arar.
Kâinattaki her şey onu arayıştır aslında, onu keşfetmek
üzere programlanmıştır hayat.
Her şeye rağmen AŞK tektir.
Gecelerce yıldızların parıltısını seyredersiniz, ne güzel,
ne ulaşılmazdır onların ışığı.
Ama onlarda güneşten alırlar parlaklıklarını.
Güneşi seyredemezsiniz gözleriniz kamaşır. Gaye-i ışıktır
güneş, vesile-i ışıktır yıldızlar, güneşi yansıtırlar.
Vesile-i AŞK tır insan, gaye-i AŞK tır Allah Ve perde-i AŞK
tır insanı sevmek.
İnsanla perdeler kendini hasret bırakır özletir göstermez.
AŞK-ı dünyevidir insan ve AŞK-ı uhrevidir Allah.
O kulunun kalbine nazar etmeye görsün, kıvılcımı yaktı mı
artık hiç kurtuluşunuz yoktur.
O yarattığı kulunu sevdirerek yaklaştırır kendine.
Sevgilinin zatında aslında kendi nurudur görünen. Seven onu
sever, arayan onu arar, isteyen o nu ister, özleyen onu
özler.

Peşinden koştuğumuz da o, kavuşmak istediğimizde o, sarılmak
istediğimizde o dur.
AŞK; tekdir. Aslında en büyük lütuftur bu kulunun kalbine
koyduğu kor ateş. “Her göz etmez fark, İşitmez her kulak,
Saklı olmaz birbirinden CAN ve TEN Canı görmek için izin yok
ki bil ki sen Bir ateştir, yel değildir ney sesi; Kim ki
ateşsizdir; Yok olsun böylesi ”der Mevlana.
İşte yana yana gelir kul ona. Mucibince amel ederse dünyevi
aşktan uhrevi aşka geçiverir.
Aslında Mecnun’a Leyla’dan tecelli eden de onun aşkının
nurudur. Ama o kalbe kendi sevgisinden daha şiddetli bir
sevginin girmesine müsaade eder mi hiç?
Kulunu kullanır, önce kulunda hissettirir zatını, gönlüne
lezzet tat verir. Güllerin kokusunu gül kokusuyla duyurur,
bülbüllerin sesini dinletir, şakayıkların renklerini
gösterir, fark ettirir hayatı, aldığı soluğu hissettirir.
Sonsuz sevgi pınarından su içirir. Sevmeyi böyle öğretir
kuluna.
Sevince İlkbahar olur Sonbaharlar âşıklara. Ve aşkı insana
insanla efsane eder ve aşığı aşka müptela eder.
Aşık artık maşuğunun peşinden koşar, her yerde onu arar.
Leylalar Mecnunlar, Yusuflar Züleyha’lar, Ferhatlar
Şirirnler ve daha nice efsaneler bu aşkla ona erdiler.
Anne sevgisi, eş sevgisi, kardeş sevgisi, evlat sevgisi,
sevgili sevgisi, Allah dostlarına duyulan sevgi, hepsi
birdir. Hepsi tek pınardan beslenir. Çünkü sevgi tektir.
Bilmeden Allah’ı sevmektir âşık olmak, işte budur aşka mecaz
katmak.
O zatını kulunun suretinde gizler görünmez, ama o kulunu
görür. O bilir, o çok sevdiği kulunun kendisini aradığını,
bir gün mutlaka kendine âşık olacağını da bilir.

Bu aşkla Mahmut Hüdai-ye kadılığı bıraktırır. İbrahim
Ethem’i atlas yorganından çıkartır. Bişr-i Hafî’ye bütün
varlığını tükettirir. Niyazi-i Mısri’ye mum yaptırıp
sattırır. Ferhat’a dağları deldirir, Yûnusu Çöllere düşürür,
aşığa acı çektirir.
Âşık sadece sever, o sevdiği ile birlikte olmayı sever, o
sevmeyi sever ve “Seni seviyorum” demeyi sever.
Âşık aşka âşıktır, âşık aslında sana âşıktır. Aşk tektir,
bende tek seni sevdim senin kulunun zatında.
Tek “Seni seviyorum” “Seni seviyorum” demeyi seviyorum.
Güzin OSMANCIK
guzinosmancik@yahoo.com
ELHAMDULİLLAH
GERÇEK AŞKIN TECELLİLERİNDEN ÖRNEKLER;
YA RESÛLALLÂH
Dediler bana -Bu dünya O var diye yaratıldı-
Geldim dünyaya, açtım gözlerimi, aradı bu gözler seni
Ama sen yoktun...
Haber göndermişsin
-Kardeşlerime selam olsun- demişsin...
Seni göremeyen kardeşlerine selam
Senden gelen selama can kurban Ya Resûlallah.
Sen ki eşsiz tebessümüyle kalpleri anahtarsız açan,
Sen ki dört mevsim açan gül,
Sen ki bir yavrucağın kuşu ölmüş diye taziyeye giden ince
gönül,
Sen ki harbe en önde giden korkusuz cengaver.
Çocukların bile fikrini soran büyük düşünür,
İsmi Allah la yazılacak kadar şereflisin.
Bir hayvan ölüsünden herkes uzaklaşırken
Onun güzel dişlerini görecek göz vardı sende...
Selam vermeyi çok sevmene rağmen
Tembellik yapana bunu layık görmeyecek kadar çalışkandın
sen.
Çocuklarla oyun oynayan alçak gönüllü sevgi güneşi,
İki kurbanlığın oğlu olarak asildin sen.
Can düşmanlarının malını emanet ettiği,
Sözüne güvendiği emindin sen
Hz. Yusuf tan güzel, tüm insanlar içinde özeldin sen
İnci dişlerinin arasından çıkanlarla kimsenin incinmediği
yürektin sen.
Sen yürüyünce dağlar erirdi, mahlûkat selam verirdi sana,
İftira atanlar üzünce seni melekler öperdi yanaklarından
Münkirler ağlatınca Amine yoktu ki kucaklasın seni?
Abdullah görmedi nasıl cezalandırsın kafirleri?
Ama Rabbin vardı, alemleri senin için yaratan Rabbin...
Miraca çıkardı seni, sevgiliyi görmek her şeye değerdi.
Bahiranın bahçesindeki kuruyu yeşerten sevgili !
Gel ey nebi.
Gönlümün bozkırları seni bekler.
Seni sevmek her ruhun yiyeceği, içeceği,
İlahi aşkın gıdası seni sevmekten geçer.
Benim sevgim nedir ki?
Ayçiçeğinin güneşe olan sevgisi...
Önemli olan güneşin, ayçiçeğine ışık göndermesi.
Sana öylesine muhtacım ki...
Ölesine muhtaç...

-----------------------
Kim ki, Allah’ın azabından kurtulmak ve rahmetine nail olup
cennetine girmek isterse, nefsini dünyevi heva ve hevesten
menetsin ve dünyanın sıkıntılarına ve musibetlerine
katlanarak sabretsin! Nitekim Allah (cellecelalüh) buyurur:
Allah Musibetlere katlanarak sabredenleri sever. (Al-i İmran
Suresi,
ayet:146’nın son kısmı)
Sabır birkaç yerde lüzumludur:
1-Allah’a itaat hususunda sabır ve sebat
2-Allah’ın haram olarak ilan ettiği şeylere yaklaşmamakta
sabır ve sebat,
3-Musibetlere ve bilhassa bir musibete maruz kaldığınız ilk
anlarında sabır ve sebat,
Kim Allah’a itaat hususunda sabır ve sebat gösterirse, Allah
ona kıyamet günün, cennette, her biri gök ile yer arası
kadar olan 300 derece verir.
Gene, kim Allah’ın haram kıldığı şeylere yaklaşmamakta sabır
ve sebat gösterirse, kıyamet günü Allah, ona 600 derece
verir.Kim de dünyanın meşakkat ve musibetlerine katlanarak
Allah’ın koyduğu ahlak esaslarından ayrılmazsa Allah,
cennette ona 700 derece verir.
Akıllı bir Müslüman'a yaraşan en doğru hareket, her ne
suretle olursa olsun,dünyada maruz kaldığı musibetlere
sabretmek, ilahi nizam’dan dışarı çıkmamak ve halinden
şikayetçi olmamaktır. Çünkü musibetlerin en şiddetlisine
peygamberler ve ermişler maruz kalır.
Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri(rahmetullahi aleyh) der ki:
-Bela ve musibet, arifler için bir kandil, Allah yolunu
arayanlar için bir uyarıcı, gafiller için ise ölüm
habercisidir. Kişi, bir mus,ibete maruz
kalıp hoşnutluk göstermedikçe ve sabır etmedikçe ‘’İMAN’’ ın
tadını bulamaz.
Peygamberimiz (sallallahüaleyhivessellem) buyuruyor ki:
-Kim ki bir gece hastalanır da sabreder ve Allah’a şikayetçi
olmazsa,anasından doğduğu günkü gibi günahlardan temizlenmiş
olur. Ey ümmetim hastalandığınız zaman, Allah’a şikayetçi
olup karşı gelmeyin!
Muaz İbni Cebel’den nakledilen bir haber şöyledir:
-Allah’ın bir mümin kulu bir hastalığa müptela olduğu zaman,
günahları yazan meleğe Allah şöyle emir verir:
Çek kalemi onun defterinden!
Sevapları yazan meleğe de şöyle buyurur:
Kulumun işlediği amellerin en güzellerini yaz.
Peygamberimizden (sallallahüaleyhivessellem) anlatılan başka
bir haber
de,şöyle der:
-İmanlı bir kul hastalandığı zaman Allah ona iki melek
göndererek, ‘’bakın bakalım kulum neler söylüyor!’’ der.
Eğer kul, ‘’Allah’a hamd ederim’’ diyorsa-Allah huna vakıf
olmakla beraber- melekler o sözü alıp Rabbine
götürürler.
Allah buyurur ki:
Eğer kulumu bu hastalık üzerinde öldürürsem cennete
koyacağım. Ve eğer şifa verirsem etini ve kanını daha
hayırlı bir ete ve kana çevirerek günahlarını affedeceğim!
İbn-i Ata der ki:
Kişinin doğruluğu-yalancılığı ve gerçek mümin olup
olmadığı-bolluk-genişlik ve musibet anında belli olur. Eğer
bolluk-genişlik günlerinde şükrediyor ve musibete maruz
kaldığı bu belalardan dolayı Allah’a karşı sızlanıyorsa o
yalancılardandır. Eğer bir kimse her yönden alim olsa sonra
bela rüzgarları üzerine hücum etse de o, maruz kaldığı bu
belalardan dolayı Allah’a karşı sızlansa O’na ne ilmi, ne de
güzel amelleri fayda vermez.
Nitekim KUDSİ HADİS’te Allah buyurur:
-Kim ki benim takdirime razı olmaz, başına gelenlerden
dolayı sızlanırsa o,kendisine benden başka bir ilah arasın!
Vehep İbni Münebbih anlatır:
-Peygamberlerden biri 50 sene ibadet eder. Sonra Allah vahiy
yoluyla kendisini affettiğini bildirir.
Peygamber ‘’Ya Rabbi, benim neyimi affediyorsun?
Ben günah işlemedim ki!::’’ deyince Allah, bir atardamarına
emreder. O gece damarın vuruş ve atışlarından uyuyamaz,
sabahleyin gelen
vahiy meleğine şikayetçi olur. Bunun üzerine melek şöyle
der:
-Rabbin sana diyor ki:elli senelik ibadetin bu damarın
şikayetine bile muadil değildir.’’
|