

Sûre-i İhlâs,
Allah kavramında mutlak ve kesin
kavramları getiren temel süredir. Her
inananın Sûre-i İhlâs'ın mesajlarım çok
iyi bilmesi, her an imanım ufuktan
seyretmesi gerekir.
Âyet 1: De ki: O Allah, Ahadır.
Âyet 2: Allah, Sameddir?
Âyet 3: Doğurmamış ve doğurulmamışdır.
Âyet 4: Hiçbir şey O'nun tekliğine
benzemez ve zıddı olamaz.
Süre, Allah gerçeğinden 4 kavramı ayrı
ayrı ayetlerde toplamıştır. Biz bu
tertibe uyarak Allah'a dört temel kavram
içinde iman zorundayız.
Âyet 1: «De ki: Allah, Ahaddır.»
Bu ayetteki her kelime üzerinde ayrı
ayrı durmak istiyorum.
Buradaki «O» (Hüve), sıradan bir zamir
değildir.
Bu yüzden ayet, «De ki: Allah Ahaddır»
diye başlamıyor, «O Allah» diye
başlıyor. Burada «O» demekle ancak
Allah'ın kasdedilebileceği vurgulanıyor.
Çünkü Allah'ın varlığı o kadar gerçektir
ki, kainatta; O'ndan başka bir varlık
ancak izafidir. Yani bir yansımadır.
Fakat hiçbir varlık, Allah'ın bir
parçası değildir. Varlıklar esmâ-i
ilâhilerin tecellilerinden ortaya çıkar;
geçici (fani) yansımalardır.
Bu yüzden süre «O Allah» diye
başlamaktadır. Normal hayatımızda her an
«O görür», «O bilir», «O duyar»
kavramlarım yaşatmalı, «O» deyince
yalnız Allah varlığının sözü
edilebileceğini içimize sindirmeliyiz.
Yine aynı anlamda «Hu»: O, bir Esmâ-i
ilâhidir ve her nefeste hu dememiz
hayata imkan vermektedir.
Allah kelimesi, yalnız Kur'an tanımı bir
kavramdır. Yüce yaratıcımızın
bilinmezliğini simgeleyen Allah ismi,
tüm dinlerin yaratıcı için kullandığı
ilahtan tamamen farklıdır.
Arapça ilah kelimesinin karşılığı,
ingilizcede God, Fransızcada Diue,
Türkçede Tanrı'dır. Bu dillerde yazılan
Kur'an'larda da:
«La ilahe illallah» kelimesi:
Allah'tan başka «God» yok,
Allah'tan başka «Dieu» yok, diye tercüme
edilir.
Türkçede de:
Allah'tan başka «Tanrı» yok, demek
yanlış olmaz.
Buradaki incelik şudur: İlah, Allah'ın
sıfatlarının tümünün ifade edildiği
mabud anlamına gelmektedir.
Allah ise, Allah'ın bilinmezliği ve
zatına has özelliği temsil etmektedir.
İşte İhlâs Süresi, Allah'ın bu temel
gerçeklerini açıklamaktadır. Allah'ın
yalnız bir ilâh kavramı içinde
tanınamayacağını belirten ihlâs ı
Süresi, ilk iki ayetinde iki temel yasa
getiriyor:
1. Allah Ahad'dır.
2. Allah Samed'dir.
Şimdi ahad sırrını ve ahadiyyet
hikmetlerini açık lamaya çalışacağım;
Araçpada «bir, tek» kelimeleri «vahid»
sözcüğü ile ifade edilmektedir. Bunu
ahad'den ayıran inceliği anlamadan «O
Allah Ahad'dır» ayetini öğrenemeyiz.
Ahad ile vahid arasındaki farkı anlamak
için Vahdaniyet (teklik) ile Ahadiyyet
arasında bir kıyaslama yapacağım,
Birbirinin aynı olmayan her şey bir
kişilik kazanır. Tek tek insanların
böyle ayrılıkları, çokluk sistemini
teşkil etmektedir. Halbuki bazı şekiller
ve vasıflar birbirinin aynıdır. Bunlarda
vahdaniyet (teklik) sırrı vardır. Ayetle
de bildirildiği gibi nefsler hep
birbirinin aynısıdır. Gurur da, zulüm
de, korkaklık da aynıdır. Bu nefslerin
teklik (vahdaniyet) sırrıdır.
Yaprakların oksijen yapma özelliği tüm
yapraklar için geçerli olduğu için,
onların bu özelliği açısından bir teklik
yanı vardır.
Bütün maddesel varlıklar kuant dediğimiz
enerji birimlerinden kuruludur. Bu
açıdan bir geometrik raks demek olan
kuant, maddedeki teklik sırrıdır. Bir
yerde elektronda da teklik sırrı vardır.
Tüm bu açıdan ele alırsanız maddesel
varlıklar, özlerinde teklik sırrına
sahiptir. Farklar, kişilikde, dışta
görüntüdedir. Bunun nedeni, hilkat
sırrındaki vahdaniyettir. Ancak bu
teklik, eşyanın özünde olmakla beraber
mutlak; yani kesin değildir. Zira
melekler bu teklikte ilgili sistemin
içinde değildir ve Cenab-ı Hakk'ın
Sühban sırrındaki bir vahdaniyetin
hikmetini taşırlar.
Mutlak teklik, yalnız Allah'ı zatiyetine
has bir özelliktir. Ne meleklerdeki
teklik, ne maddedeki kuant ve elektron
tekliğine benzemez. İşte bu yüzden
Allah, Ahadiyyetini açıklarken «O Allah
Ahad'dır» diye «hüve» ile başlamıştır.
Gerçek tekliğin vahdaniyetten ayrılması
ise, Arap etimolojisindeki incelik
sayesinde «Ahad» kelimesi ile ifade
bulmuştur.
Teklikler bile çokluklar gibi Allah'ın
mutlak tekliği karşısında zahirîdir.
İşte Allah'a ait tekliği, bu ön kavramla
anlayacağız. Matematiğin tek, ya da
çokluk ifadeleri Ahadiyyetle
kıyaslanamaz. Çünkü onun tekliği
dördüncü ayette bildirildiği gibi,
benzeri ve zıddı olmayan bir tekliktir.
Nitekim çokluğun bir anlamda zıddı
tekliktir. Halbuki Allah tekliğinin;
yani Ahadiyyetin zıddı çokluk değildir.
Benzeri de teklik değildir.
Demek ki Ahadiyyet, çokluk ve teklik
kavramlarının ötesinde mutlak bir varlık
ifadesidir ki:
Vardır, tektir, yalnız var olan «O»dur.
Süre-i İhlâs'ın bir sırrı da her ayeti,
hatta her kelimeyi kendinden sonra gelen
kelime ve ayetlerin açıklamasıdır.
Nitekim «O»yu Allah, Allah kelimesini ,
Ahad, Ahad kelimesini Samed sıra ile,
yavaş yavaş açıklamaktadır.
Kavramı zor bu Ahad sırrına biraz daha
yaklaşmak için, ikinci ayetteki Samed
sırrının açıklamasına geçiyoruz.
Âyet 2: «Allah, Sameddir.»
Samed: Hiçbir şeye muhtaç olmayan, fakat
her şeyin ona muhtaç olması demektir.
Bu sıfat da Ahad gibi, Allah'ın
zatiyetîne ait bir sırdır. Ondan
dolayıdır ki, yalnız gerçekten var olan
O'dur; diğer varlıkların var oluşları
ancak O'na olan ihtiyaçları nisbetinde
devam edebilir. Bu yüzden tüm varlıklar,
Cenab-ı Hakkın «Samed» sıfatına izafeten
vardırlar. Yine bu sıfat nedeniyle «O»
denince yalnız Allah kastedilmiş olur.
Şimdi «Samed» sıfatım yaradılışlar
üzerinde tek tek inceleyelim:
Evrenin bir noktasındaki bir güneş ya da
gezegen, sayısız yıldızın, galaksilerin
cazibe dengesi altındadır. Daima hareket
halinde ve genişlemekte olan evren ve
yıldızların, her an cazibe şartları
değişir; her an yeni cazibe
kuvvetlerinin etkisi altında olan bu
gezegen, biran içinde milyonlarca
formülden hesap yapması lazımdır ki,
sür'atini, mesafelerini ayarlayabilsin.
Bu hesabı değil bir taş yığınının
yapması, milyonlarca alım senelerce
uğraşsa yapamaz.
Ancak Allah'ın «Samed» sıfatı, her şeyin
ona muhtaç olma yasası o dengeyi sağlar
ve gezegen, o sıfatın sırrı içinde
varlığım devam ettirebilir.
Dönelim minikler alemine: Atom
çekirdeğinin içindeki nötron ve proton
zerrecikleri, korkunç kuvvetlerin
temsilcidir. Saniyede on milyon kere
titreşerek denge kurabilirler. Ve bir
atom çekirdeği, saniyede on milyon kez «Samed»
sıfatına muhtaçtır. Bir an bu Samed
sırrı zuhur etmese korkunç bir fırtına
ite infilak eder.
Atomun etrafındaki elektronlar, saniyede
yüz bin kez dönerler. Bu dönüş, elips
şeklinde bir yörüngede olduğundan, her
dönüşte, elipsin her noktasında aynı
sür'at ayarlaması yapması gerekir. Hele
elipsin en uzak ve en yakınlarında 4 kez
manyetik şipin dediğimiz bir eğilme
yapmak zorundadır. Demek ki saniyede
400.000 kez «Samed» sırrına muhtaçtır.
Ya bir hücre? 2000 laboratuvardan kurulu
olan hücrede tüm işlemler akıl almaz
bilimsel beceriler istemektedir. Her
laboratuvar saniyede en az 5000 -10.000
kez «Samed» sırrına muhtaçtır. Ortalama
bir hücre saniyede on milyon kez «Samed»sırrına
muhtaçtır.
Şimdi kendîmizin, sırf bedenimizin «Samed»
sırrına bir saniyede kaç kez muhtaç
olduğunu hesaplayın; unutmayın
vücudumuzda 30 milyon hücre var ve her
gramımızda ortalama milyar kere milyar
atom var. Tüm sistemlerle birlikte «Samed»
sırrına muhtaçsınız.
Bu yüzden dakikada 16 kez nefes alırken
«Hu» dersiniz ve vücudunuzda bulunan
milyar kere trilyon elektron, saniyede
dört yüz bin defa manyetik şıpın yapar.
Bu hareketi sırasında, ona kıble tayin
edilen çekirdeğe doğru derviş gibi
eğilir.
İnsanoğlu da inkarda ise, isyanına
rağmen neden yaşadığım küstahça övünç
vesilesi sayar?
Hele bir vücudundaki elektronlar zikrini
keşsin, atom çekirdeğindeki titreşim
nağmeleri dursun bak ne olur; kendini
evrenin öbür uçunda bulur. «Samed»
Sırrının gerçekleri Saymakla bitmez.
Burada önemli olan «O», «Ahad»
hikmetleriyle «Samed» sırrının İlgisini
ve birbirini açıkladığım hatırdan
çıkarmamaktır.
Allah, evrendeki her şeyin «Samed» sırrı
sayesinde izafi varlıklarım ve
muhtaçlıklarını dile getirerek, kul ve
Allah arasındaki uzak çizgiyi çiziyor.
Ahaddiyyet bahsinde de söylediğim gibi,
vahdaniyet, vahdet" i vücud
görünümlerinin tümü sıfat yansımalardır.
Ahad sırrının çizgisi, işte, var olmak
için Allah'a muhtaç zorunluluğu
hikmetidir.
Vahdaniyet ve vahdet-i vücud, ihtiyaç
çizgisi altında kalan teklik
görünümleridir. Ahadiyyet ise, ihtiyaç
çizgisi sisteminde Allah'ın
benzetilemeyen bilinmezliğini ifade
eder.
Âyet 3: «Doğurmamış ve doğurulmamışdır.»
Büyük lisanların hepsinde doğurmak ve
doğmak kelimeleri iki manada kullanılır:
a) Bildiğimiz doğmak ve doğurmak.
b) Meydana gelmek, meydana getirmek.
Latince, İbranice ve Arapçada bu konuda
üretilen kelimeler aynı tarzın
ifadesidir.
Mesela: «Hidro - gen» Latince, su
doğuran demektir. Bu maddenin Arapçası
da «Müveilidi'ima»dır. O da, su meydana
getiren demektir.
«Kendinden bir cüz katarak meydana
getirmemiş ve bir şeyden de meydana
gelmemiştir» yasasın) temsil etmektedir.
Gerçi Hristiyanların Hz. İsa'ya Allah'ın
oğlu demeleri, bazı dinlerde de
meleklere Allah'ın kızı demeleri gibi
sapkın düşüncelere bu ayetin kesin tavır
aldığı da bir yorum tarzıdır. Ancak
ayet, yalnız «doğurmamıştır» dese bu
yorumu temel sayardık. Ayet açıkça
«doğurmamış, doğurulmamıştır" hükmü ile
meydana gelme ve getirme anlamım temsil
etmektedir.
Doğurulmamıştır emri, Ahad ve Samed
kurallarının tabiî bir sonucudur. Akla
gelen her varlık, Samed ve Ahad
tanımının altında kalmaktadır. Allah'tan
daha gerçek bir kavram yoktur ki, Allah,
ondan meydana gelmiş olsun. Çağın
kavramları açısından bu tanım fevkalade
önemlidir. Allah bu emirde diyor ki:
«İlminizin, idrakinizin müntehasında
hangi gücü, varlığı tasavvur ediyorsanız
onu yaratan benim; ben, zihinlerinizin
ötesindeki mutlak Ahad'ım.»
Bu yüzden Allah kavramı, başka bir
şeyden meydana gelmiş olamaz.
Düşüncelerdeki kavramlar biter, fakat
Allah'ın Samed ve Ahad hikmeti bitmez.
Çünkü her fikrin ötesindedir.
Hiçbir şeyi doğurmamıştır. Yani hiçbir
şey O'nun bir parçası değildir sırrına
gelince: Tüm varlıklar, daha önce de
değindiğim gibi Allah'ın sıfatlarından
bir yansımadır. O'nun zatına ve
gerçeğine ait özellikleri taşıyamaz.
Eğer yaratılanlar, herhangi bir varlık
ve eşya, Allah'ın haşa bir zerresi,
parçası, O'ndan meydana gelen bir unsur
ofsaydı; o zaman Samed sırrı taşıyacak
ve hiçbir şeye muhtaç olmayacaktı. Ahad
hikmetinden bir özellik bulunduracak,
onda başka kesret (çokluk) sırrı
olmayacaktı.
Tüm yaratılanlar, sıfatlardan doğan,
hatta bazan vahdaniyet özelliği bile
gösteren, Allah'a nazaran izafî olan
varlıklardır; muhtaçlıkları devam
ettikçe vardırlar.
İşte Sûre-i İhlâs'ın bu üçüncü âyeti,
Allah gerçeğindeki en önemli sırlardan
birini böylece açıyor: Hiç bir varlık,
Allah'ın bir parçası, zerresi olamaz.
Allah'ın sıfatları, ilmi, kudreti,
rahmet, şefkat ve celali, her eşyada,
eşyanın özünde o eşyadan önce vardır.
Fakat o eşya, her hali ile kudret-i
ilahî tasarrufunda olmasına rağmen,
Allah'ın zerresi değildir. Çünkü o,
çokluk aleminin muhtaçlık ikliminde
yaşamaktadır.
İşte İslam imanının en ince noktasından
biri bu hükümdür.
Hiçbir eşya, hiçbir olay ilâhî sıfat
tecellilerinden ayrı, müstakil değildir.
Her şey ilâhî tasarrufun, iradenin
temsilcisidir.
Fakat hiçbir şey, Allah'ın zerresi,
parçası değildir. Bu hikmeti, dördüncü
ayet iyice açmaktadır.
Âyet 4: «Hiç bir şey O'na zıd ve benzer
olamaz.»
Bu âyet, hem Samed ve Ahad sırlarını bir
kez daha açıklamakta, hem de Allah'ın
neden aklen idrak edilmeyeceğini
belirtmektedir.
Kur'an'ın ilk başlangıcında, Allah
kendine imanı: «Onlar ki gaybe
inanırlar» diye tanımlıyor. Bunun
hikmeti, Allah'ın aklen değil, kalben
sezileceğidir. Bir şeyi bilmek, anlamak
için kıyaslara muhtacız. Yeni bir şeyi
zıddı ve benzeri ile matematikse! bir
nisbete vurarak anlayabiliriz. Halbuki
Allah, benzeri ve zıddı olmayandır; O'na
aklen yakın olmak imkansızdır. Ancak
O'nun sıfatlarının yansıması aklen ve
ilmen bilinebilir.
Böylece Kur'an'ın Allah konusundaki
muhteşem kavramı, insanlık semasındaki
bir bayrak gibi açılmış ve tüm
yanlışlara paydos denmiştir.
Allah hakkında düşüncelerde doğan şeklî
kavramlar, zıddını ve benzerini
bulacağından iflas edecektir. Ancak
gönüllerde parlayan zanlara Rabbimiz
müsaade etmiştir. O, bir ilahî duygu,
bir sezgidir. Ve insan bu sırdan imana
ulaşır. Gönüllerdeki sezgide ve sevgide
benzerler ve zıdlar yoktur. Ya da imanın
gerçekleşmesi için bu tarz sezgi ve
sevgi şarttır.
Sure-i İhlâs'ın ikinci yorumu; Hay
sırrı, kendi gibi ezelden ilahî bir
fermandır. Hiçbir devirde, hiç kimse
Yüce Allah'ın böyle bir tanımım yapmak
şöyle dursun, inanmazsa idrak bile
edemez.
Yeni çağda mütefekkirler Allah kavramına
yaklaşmak için çaba sarf etmişler, daha
sıfatlarda takılıp kalmışlardır.
Hele çağımızda ne enerji, ne kuant, ne
sonsuz güç gibi kavramlar Süre-i İhlâs
yanında kırpıntı fikirlerden ibarettir.
Fikirlerin derinlerindeki sonsuzluğu
aşan Ahad kavramı, fizik ve matematiğin
çok ötelerinde var olan Samed kavramı,
Kur'an ihtişamım ilan edip durmaktadır.
Yalnız İhlâs Süresi, çağlar aşan Allah
kavramındaki inceliği dolayısıyla, tüm
dünyanın hayranlıkla İslam'a gelmesi
için yeterli mucizedir.
Ne yazık ki, kendimiz bu şaheser sureyi
tanıyamadık ki, tüm dünyaya anlatalım.
Sûre-İ İhlâs'ın enfüsî manasına gelince;
Sûre-i İhlâs, Fâtiha'nın zarfıdır;
onunla iç içe matematik bir ahenk
sergiler.
Ahadiyyet sırrı, hamd niyaziyle
zikredilir. Samadâniyet sırrı ise mutlak
kullukla zikredilir.
Bu nedenle Sûre-i İhlâs'ı bihakkın
idrak, yalnız Efendimiz'e nasiptir. O
sonsuz nakşlarda bestelediği hamd ile
Ahad sırrını zikreder. Kulluktaki akıl
almaz ihlâs ile Samed'i zikreder.
Bu yüzden süreye, ihlâs çok içtenlik
ismi verilmiştir.
Sûre-i İhlâs'ın enfüsî mânalarında
yanlış anlamlara fırsat vermemek için
burada tamamlıyorum.
Sûre-i İhlâs'ın istihraç sırrına, yani
4'ncü yorumuna gelince:
İstihraç sırrı zirvede olan süre, Süre-i
İhlâs'dır. Allah, bu süre içinde sonsuz
hikmetlerini açıklarken, lisan-ı mâna
ile tüm insanların geleceğine seslenmiş
ve;
«Ey insanoğlu! Sen, bir devir gelecek ki
kendini tekamül etti sanacaksın, evren
hakkında hüccetler vereceksin, haydi
bakalım; 14 asır önce gönderdiğim Sâre-i
İhlas'ın kavramına bir noktadan
erişebilecek bir Allah tanımı getir.»
diye meydan okumuştur.
Evet, insanoğlu uğraşacak, didinecek;
kendini, evreni anlama yolunda tonlarla
kitap yazacak; hepsi bir benzetmeden,
zandan ibaret. Halbuki gerçek, tümü ile
Allah'ın Ahad ve Samed sırlarının
ufkunda bilinir. Eğer ilim; her varlığın
muhtaç olduğu, bilgi hazinesi sınırsız
olan Allah kapısında çare bulduğunu
anlarsa, o zaman; nedenlerin, nasılların
çarkından kurtulur; kolayca akıntıyı
süratlendirir, gerçeklere varır. Aksi
takdirde kendi kendine kördüğüm ettiği
bulmaca girdabında bocalar durur.
İhlâs Süresi, kıyamete dek kendi
hikmetinden gayri her şeyin çıkmaz sokak
olduğunu İlâhî saltanat içinde ilan edip
durmaktadır.