.

 

.Hac Farzı Eda Zamanı?

Günümüzde Hac ve Cuma ibadetleri ne kadar aslına uygun olarak eda edilmektedir? Devletlerin ve Suudi Vehhabilerin müdahaleleri ile nelerden tavizler verilmektedir. Veda hutbesini çok okuyalım.

Allah cc. İnsanı yarattı, İnsanın kullanma Kılavuzu sayılabilecek Kitaplar gönderdi, Bu kitapları tebliğ edecek örnek insanlardan seçilmiş Peygamberler gönderdi.
Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sav. Tebliğ ettiği dinimiz İslam’ın itikat ve amel olmak üzere iki ana özelliği var.

Toplum olarak itikat hükümleri hakkında fazla bilgi sahibi değiliz. Bizlere daha çok ameli yükümlülüklerimiz vaaz edilir. Namaz, Oruç, Zekât, Hac gibi görevlerimiz hatırlatılır.
İtikat olarak ise Kelime-i Şahadet ile kifayet edilir.
Hâlbuki İbadete başlamadan önce itikat olarak tekâmül etmiş bir imana ihtiyacımız var, “Kendisini günahlardan alıkoymayan ibadet ancak yorgunluktur” hükmünü bilerek hayatı günahlarına yol arayarak geçen kişinin akıbeti ne olur acaba?

İbadetlerimizin İtikadımızla olmazsa olmaz ilişkileri vardır.
Bilhassa Namaz ibadetinde şuurla kıldığımız namazın kabul olduğu, Gafil halde kılınan namazın şüpheli olduğu, takva gerekiyorsa iade edilmesi gerektiğini biliyoruz.


Zekât ve Sadakanın verilmesinde, verilen kişinin fakir değil Allah olduğu şuuru ile verilmesi gerektiğini kaç kişi bilir acaba?

Bu şuurla yapılan ibadette üzerine farz olan mülkü ihtiyaç sahibine veren, ukdesindeki bir sorumluluktan kurtulmuş olur, kesinlikle sadakayı, zekâtı alan kişiye “ben” verdim düşüncesine düşmemesi gerekir. Çünkü rızkı takdir eden Allah’tır, Rızktan mahrum yarattığı pek çok insanın hakkını çevresindeki kişilere verir, Kullar böylece varlık ve yoklukla imtihan olmuş olur.


Hac ibadeti ve Cuma namazı konusunda ülkemizde cemaat pek derin bilgiye sahip değildir.
Piyasa ilmihallerinde konu tek düze basite indirgenerek anlatılır. Cami görevlileri cemaati konu hakkında pek bilgilendirmez,
Cuma Kılan bir cemaat, Cumanın farzları, Vacipleri, Sünnetleri hakkında.
Cuma nerede nasıl farz oldu. İlk Cumayı kim kıldırdı. Cuma namaz’mıdır? Yoksa başlı başına bir ibadet’midir. Bilen pek yoktur.

Sistem ile ilişiği olduğundan cemaat bu konuda zaruretten cahil bırakılmaktadır. Günümüzde Cuma ibadeti 16 rekâtlık bir namaza dönüştürülmüştür.
Hutbe farzı ise ilgili ilgisiz birkaç ayet, hadis tebliği ile yardım duyurularının yapıldığı bir eyleme dönüştürülmüştür. (Bu konuda İnanç Dünyamız Linkimizde gereken açıklamalar yapılmaktadır.)


Hac ibadeti ise kısmen umre ibadeti seviyesine çekilmiş, Dünya Müslümanlarının konseyi olması gereken hac kutsal yerlerin, arkeolojik seyahatine döndürülmüştür.

Ayrıca Hac yolculuğuna konulan kotalarla, bu seyahat tekelleştirilerek cemaatin çok fazla maddi külfetin altına girmesi sağlanmıştır.

Bu haliyle Haccın İslam’da tarifi yapılan ibadetten çok uzak olduğu zaten görülüyor. Allah cc. Bu kadar önem verdiği bir ibadetin amacını arkeolojik seyahat olarak emrettiğini kimse söyleyemez.


Cuma; ulûl emirin huzurunda toplanılarak yaşanılan şehrin idari sorunlarının tartışıldığı, sonunda referandum yapıldığı bir toplantıdır. Bu toplantıdan evvel kılınan iki rekat namaz tahiyyatul mescit namazı gibi olsa gerek.
Çünkü Resulullah sav. Cuma Hutbeden ibarettir diye buyurmaktadır.
Hz. Peygamber hutbeye çıktığında çok defa heyecanlanır gözleri kızarır, sesi yükselir ve bir orduyu uyarırmışçasına sert bir edâ ile kıyametin yakınlığından ve mutlaka kopacağından söz ederdi."Emmâ ba'dü" dedikten sonra "sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır, yolun en hayırlısı Muhammed'in yolu dur, işlerin en fenası uydurulup dine katılanlardır ve her bid'at sapıklıktır" derdi. Yine, "Ben her mü'mine kendisinden daha yakınımdır. Kim vefat eder de geride borç ve bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakırsa bu bana aittir, benim borcumdur" buyururdu.


Hutbede Ashabına İslâm'ın esaslarını öğretir, gerektiğinde onlara bazı şeyler emreder, bazı şeyleri de yapmamalarını söylerdi. Nitekim hutbe okurken camiye giren adama iki rekat namaz kılmasını emretmiş, halkın omuzlarına basarak ilerleyen birisine de "böyle yapma, otur" demiştir. Bir soru sorulduğunda veya başka bir nedenle konuşmasını keser, soruya cevap verir, sözlerine sonra devam ederdi. Gerekirse minberden iner, sonra tekrar çıkar ve hutbesini tamamlardı. Nitekim Hz. Hasan ve Hüseyin için hutbeyi bölmüş, minberden inmiş, onları alıp tekrar minbere çıkmış ve konuşmasına dönmüştür. Cemaat içinde ihtiyaç sahibi birisini gördüğü zaman halkı onun yardımına çağırır, yardımlaşmaya teşvik eder, Allah'ı andıkça şehâdet parmağı ile işaret eder, ellerini kaldırıp yağmur duası yapardı.


Bayram namazından sonra hutbe okunması ve onun dinlenmesi ise sünnettir. Ebû Saîd (r.a)'den yapılan rivâyete göre; o şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.s), ramazan ve kurban bayramı günü musallaya çıkardı. ilk önce namaza başlar, sonra bitince kalkar cemaatin karşısına geçerdi. Cemaat saflarında oturmuş olduğu halde onlara vaaz eder, tavsiyelerde bulunur ve onlara emirler verirdi. Eğer herhangi bir tarafa asker göndermek isterse gönderir, emredeceğini emreder, sonra dönerdi." Ebu Said (r.a) devamla şöyle demiştir: "İnsanlar, Medine emiri olan Mervan'la birlikte kurban veya ramazan bayramına çıktığımız zamana kadar bu şekle devam ettiler.


Yukarıdaki rivayetlerden anlayacağımız Cuma Hutbesi sadece Vaazı nasihat değildir. Memleket mesellerinin konuşulduğu, Tartışıldığı yerdir.


Hac ibadetimizde Dünya Müslümanlarının dünyevi, uhrevi mesellerinin konuşulduğu yıllık toplantı olması gerekirken Suudi Arabistan’ın Vehhabi dayatmaları doğrultusunda Siyasi, ekonomik, Sosyal vs. meselelerinin asla konuşmasına izin verilmediği, gurup toplantılara müsaade edilmediği bir durum almıştır.


Günümüzde ticari bir sektör durumuna getirilen Hac ibadetinin farzlarından bazı hükümlerin yokluğundan dolayı Müslümanlar aydınlatılmalı, Cemaatin sömürülmesi engellenmelidir.
Bu uyarıyı Diyanetin yapması gerekir, Namaz konusunda, Namazda imam konusunda ehlisünnet kuralları ile bağdaşmayan uygulamalarda ısrar eden diyanetin bu konuda halkı bilgilendireceğini sanmıyoruz


Cemaat olarak din işlerinin devletin dayatmasından çıkarılarak sivil toplum yönetimi ile organize edilmesinin zamanı geldi de geçiyor. Cemaat camilerin sorumluluğundan korkarak bu işe talip olmuyorlar, çok başlılık olacağından anarşi çıkmasından endişe ediyorlar.
Hayır, asla anarşi olmaz, asla devlet ile çatışma olmaz, İslam’ın kaynağı Kuran ve Hadisler ışığında ilkelerle ortaya konulacak yol haritası ile her cami derneği kendi yönetimini kuracak, siyasi partiler gibi, sendikalar gibi mahalleler ilçe müftülüğü, İlçeler İl müftülüğü, İller Diyanet işleri başkanını ve diyanet meclisini seçecekler.


Hesap sorma konusunda Devlet sadece sivil toplum örgütlenmesi konusunda denetleyecek, Diyanetin eğitim, öğretim konularına (Laiklik gereği) karışmayacaktır.
Din salikleri devletin yönetimine asla müdahil olmayacaklar, sadece toplumun manevi sorumluluğunu üstlenmiş olacaklardır.


Yabancı din mensuplarına verilen mal varlıkları, Müslümanlar içinde geçerli olmalıdır. Üçüncü şahıslara verilmiş olsa bile İslam adına vakfedilmiş bütün menkul ve gayrimenkuller Bu diyanetin yönetimine terk edilmelidir. Bu şekilde diyanetin devlete bağımlılığı olmayacaktır.

Diyanet görevlileri asla namaz memuru olmamalı, İslam’ın emri gereği İmam cemaatin tercihi ile en takva komşumuz olmalıdır.
Diyanet personel olarak eğitimci hoca ve camilerin korunması,imarıyla sorumlu kayyımları istihdam etmelidir.

Bu konuda çok daha detaylı bilgiyi, Ord. prof. Ali Fuat Başgil’in “Din ve Laiklik” kitabında bulacaklar

İnanç Dünyamız ana sayfasına dön