.Haram yiyen ordu ile SAVAŞ KAZANILAMAZ

"Bir zaman yanıma icazet sahibi bir hoca geldi. Öyle şeyler
anlattı ki, dinleyince şaşırdım. Diyordu ki;
hikmet damlaları:
"İlim tahsiline başladığım zaman, öğrenme ve öğretmeyi din
düşmanları nasıl görüyorsa biz de öyle görüyorduk. Aradan
zaman geçti, önce öğrendik, sonra öğretmeye başlayıp,
talebeleri okutmaya devam ederken, her bir okuttuğum şey
kalbimde parlamaya başladı. Hevesle çok talebe yetiştirdim."
* * *
Köyümüzde ilim tahsiline başladığım zaman, ders aldığımız
hocamız bize üç saatlik mesafede olan bir köyde kalıyordu.
Her gün o köye, yürüyerek gider gelirdik. Hocamızın yanında
bulunduğumuz sürede, hocamız her nereye gitse onun yanından
ayrılmazdık. Bir cenazeye de, bir düğüne de giderken onun
yanındaydık.
Ben hocamın yaptığını tatbik ettim. Aradan zaman geçti,
talebelerimde beni tatbik etti. Hoca olmak kolay iş
değildir. Bir hoca talebesinin, hem anasıdır, hem de
babasıdır. Üstüne üstlük birde hocasıdır. Hâl böyle olursa,
yapılan işten sonuç alınır, yarının büyük âlimleri
yetiştirilir.
* * *
İslam çok büyüktür. İslam'ı dava olarak kabul edenler,
üzerlerine büyük sorumluluk ve yük almışlardır. Geçmişte
İslam'ı dava edinen büyükler, din için öyle çalışmışlar ki;
onlara "deli" denilmiştir. Demek ki; "bir mümine bu delidir
denmedikçe kâmil imanı elde etmiş olmaz." Bu hususta
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem Efendimiz buyurdu ki:
"Sizden birinize, 'O delidir, denmedikçe onun imanı kemale
ulaşamaz."
* * *
Rabbimiz buyuruyor ki:
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine
fısıldadıklarını biliriz…" (50/16)
Nefis nedir? Gözle görülür, elle tutulur bir şey midir?
Değildir. Allah Teala, bizim göremediğimiz, şeyi görüyor,
ondaki düşünceleri biliyor. Sormak lazım ki; bizim
göremediğimizi görüyor da, elimizle, dilimizle, gözümüzle,
ayağımızla işlediğimiz günahları görmez mi?
Tartıyı düşünün. Elinle bir şeyi tarttın 900 gram, müşteriye
dedin ki; bir kilo. Mevlâ Tealâ bu yaptığını görmüyor mu?
Tartıda yüz gram kaçırdın. Sen zannet ki; bunu benden başka
kimse görmedi.
Efendibabamızın şeyhi Ali Rıza Bezzaz Hazretleri,
manifaturacıydı. Ona bu sebepten bez satan anlamına gelen
Bezzaz lâkabı verilmiştir. Müşteriye kumaş satarken, bir
yanlış yapmamak, ölçüsünden emin olmak için iki defa
ölçerdi. Bir milim dahi eksik olmasını istemezdi. Onun ölçü
ve tartısına bu derece ehemmiyet vermesi, Kur'an'a olan
bağlılığından geliyordu.
Ali Rıza Bezzaz Hazretleri Kur'an–ı Kerim'i eline alır,
öper, iki eliyle başının üzerine koyar, kürsüden öyle
inerdi. Kur'an'a hürmetini şöyle açıklardı: "Oğlum biz
Kur'an–ı Kerim'i başımıza taç edelim ki, onu başımızdan
indirmesinler."
Yukarıda zikrettiğimiz ayet–i kerimenin devamında Rabbimiz;
"Biz ona şah damarından daha yakınız" buyuruyor.
Şah damarı boğaz ile boyun arasında bulunan bir damardır.
Hayvan kesmesini bilenler hatırlar, hayvan boğazlanırken şah
damarı kesilir ve hayvan son nefesini verir.
Şah damarı ruhun bedene hululüne vesiledir. Allah Celle
Celalühü bizim her halimize her durumumuza ziyade
muttalidir. Bir gören yok diye, sahibinden izin almadan
başkasının bahçesindeki ağaçtan meyve koparmış, unutmayın
ki; Allah her an bizi görmektedir.
Osmanlı devrinde ordu sefere çıktığında, bir bağdan,
bahçeden geçildiğinde, asker bir tek mahsule dokunmazdı.
Şayet meyvelerden alacak olsalar, ücretinden fazlasını bir
kese içinde ağaçların dallarına asarlardı. Şimdi Osmanlı
bütün dünyayı nasıl dize getirdi anladınız mı? Onlar
harpleri silahlarıyla değil bu gibi doğruluklar ile
kazandılar.
Yavuz Selim Han ne demişti:
"Haram yiyen ordu ile beldeler fethedilmez."
EYVAH BEN NE YAPTIM DİYECEĞİMİZ GÜN YAKINDIR!
"Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu,
senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir."(50/19)
Ayet–i celilede geçen sarhoşluk hâlınden kasıt ruhun
bedenden çıkma halleridir. Hazreti Aişe validemizin
anlattığına göre Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem' in ölüm sekerat–ı şiddetli olmuştur. Mübarek cemali
bazen kızarmış, bazen de sararmıştı. Sıkıntıdan alnından
terler dökülmüştü. Vefatı sırasında yanında bir kap su
vardı. Mübarek elini suya sokup yüzüne sürerdi.
"Allah'dan başka ilâh yoktur. Ancak ilâh Allah'tır. Muhakkak
ölüm için sekerat vardır," buyurmuştu. Sonra da ellerini
kaldırıp gözlerini dikmiş ve: "Rabbim beni bağışla ve beni
yüce dosta kavuştur." buyurmuş ve elleri yanlarına
düşmüştür.
* * *
"Sûr'a üfürülür; işte bu, geleceği vâdedilen gündür."(50/20)
Ayet–i Kerime’de bahsi geçen gün sur'a ikinci defa üfürülüş
günüdür. O günün başka bir adı da vaîd günüdür. Yani
Allah'ın tehdidlerinin vuku bulacağı gündür. Rabbimiz
buyuruyor ki:
"Herkes, yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber
gelir."(50/21)
İnsanlar, kıyamet günü mahşer yerine tek başına gelmez. Her
insan yanında kendisini sevk edecek ve ona yol gösterecek
bir melek ile ve amellerine şahid olacak başka bir melek
beraber gelecektir. Allah–u Teala'nın yarattığı meleklerin
sayısını O'ndan başka bilen yoktur.
Yanı başında iki melekle mahşer meydanına gelen kötü nefse
Allah Celle Celaluhu şöyle buyurur:
"Andolsun sen bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni
kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir."(50/22)
Kötü kimseler mahşer meydanında, amelleri tartılırken
günahlarının ağır geldiğini görünce:
"Eyvah ben ne yaptım. Tekrar dünyaya geri gönderilsem ne
güzel ameller işlerdim" diyecekler.
"Yanındaki arkadaşı:
"İşte yanımdaki hazır, der."(50/23)
Müfessirler ayette bahsedilen arkadaş için ya melektir ya
şeytandır. Dünyada iken zikri unuttuğundan insana musallat
edilen şeytan diyecek ki:
"Bu asi kimse benim yanımda hazırdı onu size getirdim."
İki meleğe şu emir verilir:
"Haydi, ikiniz her inatçı kâfiri, hayra bütün gücüyle engel
olanı, azgın şüpheciyi cehenneme atın; Allah ile beraber
başka ilâh edineni, şiddetli azaba birlikte atın!"(50/24–26)
Her kâfir için Allah tarafından bu şiddetli emir verilir.
Dünyada iken onun arkadaşı olan şeytan da orada onunla
beraber hazır bulunur. Ve o kâfir, şeytanı ile zincire
sarılı olarak Cehenneme atılır.
İşte o zaman kâfir şöyle der:
"Ey Rabbimiz! Beni şeytan azdırmıştı, benim kabahatim yoktu"
diyerek küfrünü şeytanın üstüne atarak kurtulmak isteyecek.
Bunun üzerine; "Müşrikin arkadaşı şeytan der ki:
Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi derin bir
sapıklık içindeydi."(50/27)
Şeytan bu sözleri söyleyerek nefsini müdafaa edecek. Kâfirin
küfründen berî olmaya çalışacak. Kâfir ile şeytan böyle
atışırken Mevlâ Tealâ mekândan münezzeh olarak; "O esnada
buyurur:
Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarı
göndermiştim!"(50/28)
Dünyada iken ben size vaîdimi bildirmiştim. Gerek kitaplar
gerekse Peygamberler dilleri ile sizi ahiret azabından
korkutmuş ve lâzım gelen ihtarları yapmıştım. Siz emirlerimi
tutmadınız. Nehiylerimden kaçınmadınız, nefislerinizin
arzularına uydunuz, ahirete inanmadınız. Şimdi onu yakından
görüp hakikat olduğunu anladınız da huzurumda mücadeleye
giriştiniz, yalandan özürler buluyor birbirinize, suç
atıyorsunuz. Hâlbuki:
"Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara asla
zulmedici değilim."(50/29)
Cenab–ı Hak buyurmuş oluyor ki, Şeytan ve şeytana uyanlarla
Cehennem'i dolduracağımı va'detmiştim. O vaîdimiz sizin
münakaşanızla ve atışmalarınızla katiyyen değişmeyecektir. |