.Hz.Aişe'nin Hadis
Tenkidciliği / Prof.Dr.Mehmet Said
Hatiboğlu
Hz. Aişe sadece hadis nakilcisi değil,
aynı zamanda müfessir, fakih ve hatibdir.
Devrinin Arab tarihi, ensab, şiir ve tıb
sahalarında derin bilgi sahibidir.
Rivayet ettiği hadislerin şuuruna ermiş
bulunduğu gibi, kendisine ulaşan
rivayetleri de, yüksek İslami kültürüne
göre değerlendirmekte ve ravileri kim
olursa olsun, bunlardan yanlış veya
eksik bulduklarını düzeltme vazifesini
hakkıyla yerine getirmektedir.
İslam'ın temel kitabının en geniş
tefsiri ve Şeriat yönünden onun
tamamlayıcısı durumunda olan Sünnet ve
Hadis ilmini öğrenme ve yayma
çalışmalarının bizzat Hz. Peygamber'in
rehberliğinde başladığı ve bu mühim
hizmete, bütün Sahabenin, imkânları
ölçüsünde katıldıkları malumdur.
İslam'ı anlama, Kur'an-ı Kerim'in "En
güzel misal" olarak tavsif ettiği 1
İslam Peygamberinin iyi anlaşılıp, doğru
takdim edilmesi şartıyla ancak mümkün
olacağı içindir ki, daha Asr-ı Saadette,
tam manasıyla bir İslami tenkid ve
murakabe faaliyetinin her mertebeden
Müslümanlar arasında ve her sahada
sürdürülmüş olduğunu görüyoruz. Zira,
her çeşit haberde doğruyu araştırmak ve
onu kabul etmek Kur'an-ı Kerim'in
emridir2 ve bu emrin ifasında şahısların
içtimai durumlarının hiçbir dahli
yoktur. Asırlar boyu devam edecek olan
bu gayretlerin tek hedefi, tekrar
edelim, Hz. Peygamber'i ve dolayısıyla
İslamiyet'i, mümkün olduğu derecede
hatasız ve eksiksiz takdim edebilmektir.
Başta da işaret ettiğimiz üzere, bu ana
hedefin hizmetkârları olan ilk tabakayı
Sahabe-i Kiram teşkil eder. Onların bu
yolda yaptığı ilmi tenkitler, İslam
kültür tarihinin en parlak örnekleri
olarak sayılabilir. İslam'ı öğretme
çalışmaları sırasında Sahabenin
birbirlerinin eksiğini tamamladığı,
yanlışını düzelttiği, hatta birbirini
tekzibe dahi gittikleri vakidir. Ama bu,
sırf Kur'an ve Peygamber yanlış
anlaşılmasın, İslam yanlış öğretilmesin
diyedir.
İlk tabaka İslam âlimlerinde gördüğümüz
bu hal, ilk bakışta tereddüt
uyandırabilirse de, keyfiyet tamamıyla
tabiidir. Çünkü bütün Sahabe, Hz.
Peygamber'in muhitinde sabah akşam
bulunuyor, her sözüne, her fiiline şahit
oluyor değildi. Ayrıca, yaratılış ve
imkânlar bakımından, hepsinden aynı
fikri ve zihni seviyeyi istemeye de
mahal yoktu. Bu yüzden, onlarda,
hususiyle dini malumat sahasında, bazı
farklı veya mütenakız anlayışların vücud
bulmuş olmasını tabii karşılamak
gerekir. Ne var ki, her biri, diğerinde
gördüğü eksikliği ve yanlışlığı giderme
lüzumunun dini şuuruna sahip
bulunuyordu. Bilhassa hadis ve fıkıh
kitapları bu nevi ilmi yardımlaşma
misalleriyle doludur.
İşte bu İslami ilim zihniyetinin pek çok
mümessili arasında en müstesna yeri, en
büyük İslam âlim kadını olan Hz. Aişe
işgal etmektedir. Onun geniş kültürünün
mahsulü olan tenkitlerinden bazısını
kaydetmek suretiyle ilmi sahadaki İslami
tenkit anlayışını onun şahsında
müşahhaslaştırma imkânımız olacaktır.
Önce kendilerinin kısa bir hayat
hikâyelerini verelim:
Tabakat ve hadis kitaplarının
bildirdiğine göre:
Hicretten 8 sene evvel nübüvvetin 4.
senesinde (m. 614) Mekke'de
doğmuşlardır.
Hicretten 2 veya 3 sene önce, Hz.
Hatice'nin vefatını müteakip, Hz.
Peygamber ile Sözü Kesildi.
Bu sırada 9 yaşlarında, diğer bir
rivayete göre 13-14 yaşındaydı.
Hicri 2. senenin Şevval'inde (Nisan
624), Bedir dönüşü, Hz. Peygamber'le
düğünü oldu, 17 yaşlarında idi.(3)
Evliliği sekiz buçuk sene sürdü.
Peygamber'in vefatında 22(!)
yaşlarındaydı:
36/656'da, 43 yaşında Cemel Harbine
iştirak etti.
Hz. Peygamber'den sonra 47 sene daha
yaşayarak, 65 yaşında iken, Medine'de,
Hz. Mu'aviye'nin hilafeti devrinde, 17
Ramazan 58/13 Temmuz 678 Salı gecesi
vefat etti.
Not: Bu konu hakkında detaylı bilgi için
tıklayınız.
Medine Valisi Mervan bu sırada umrede
olduğu için, cenaze namazını, onun
vekili sıfatıyla, Hz. Ebu Hureyre
kıldırdı. Gece Bakiy mezarlığına
defnedildi.
İlmî Mevki
Hz. Aişe, Arabların nesep ve tarihleri
üzerinde mütebahhir bir zat olan babası
Hz. Ebu Bekir'in evinde büyümüştü. Daha
sonra vahiy kaynağına geçti. İlim
membaına en yakın kimse sayılabilirdi.
Bu bakımdan, başkalarına nasib olmadık
bilgilere sahip oldu. Bilmediği ve
anlamadığı her şeyi Peygamber'den
soruyordu. Bu öğrenme imkânlarını,
yüksek zekâ ve ilim aşkıyla en geniş
ölçüde kullanan Hz. Aişe'nin,
Peygamber'in vefatından sonra bir yarım
asır Sünnet kaynaklığı yapmış olması,
kendisinden rivayet edilen hadislerin de
binlere ulaşmasını mümkün kılmıştır.
Aralarında halifelerin de bulunduğu en
büyük Ashab, pek çok müşkilin hallinde
şahsen veya yazı ile ona başvurmuştur.
Ebu Musa'l-Eş'ari (ö. 50/670?) ki,
çeşitli valiliklerde de bulunmuş ilk
Müslümanlardandır: "Hz. Peygamber'in
Ashabı, herhangi bir meselede şüphe
etseler ve onu Aişe'ye sorsalar,
muhakkak onda buna dair bir bilgi
bulurlardı" diyor.4
Hz. Aişe'den ilim alanlardan, Kûfe
fakihi Mesruk (ö. 62/682): "Hz.
Muhammed'in ileri gelen Ashabını gördüm,
Hz. Aişe'den feraiz soruyorlardı"
müşahedesinde bulunuyor.5
Hz. Ali'nin Sıffin'deki kumandanı meşhur
alim hakim el-Ahnef ibn Kays (ö. 67,
71?/686, 690), şu kanaattedir:
Hz. Ebu Bekir'in, Hz. Ömer'in, Hz.
Osman'ın, Hz. Ali'nin ve yaşadığım güne
kadarki Halifelerin hitabelerini
dinlemişimdir.
Hiçbir kulun ağzından Hz. Ayşe'ninkinden
daha güzel ve tesirlisini (efham) duymuş
değilim.6
Yine Hz. Aişe'den feyz alanlardan,
Mekke'nin meşhur âlimi Ata ibn Ebi
Rebah'ın (25-114/646-732) ona olan
hayranlığı pek derindir: "Aişe", diyor,
"İnsanların en fakihi, en âlimidir. "7
Kaynaklarımızda diğer pek çok âlimin bu
kabilden beyan takdirleri hayli yekûn
tutmaktadır.
İlmî Faaliyeti
Hz. Aişe sadece hadis nakilcisi değil,
aynı zamanda müfessir, fakih ve hatibdir.
Devrinin Arab tarihi, ensab, şiir ve tıb
sahalarında derin bilgi sahibidir.
Rivayet ettiği hadislerin şuuruna ermiş
bulunduğu gibi, kendisine ulaşan
rivayetleri de, yüksek İslami kültürüne
göre değerlendirmekte ve ravileri kim
olursa olsun, bunlardan yanlış veya
eksik bulduklarını düzeltme vazifesini
hakkıyla yerine getirmektedir.
Hz. Aişe'nin İslam ilmine yaptığı
hizmetlerin belki de en büyüğünü, işte
onun bu çeşit rivayetlere yaptığı
tenkidleri, yani hadis ıstılahıyla,
istidrakleri teşkil eder. Bunları İslam
âlimleri müstakil kitaplarda toplamaya
çalışmışlardır.
Tenkidlerine Tahsis Edilmiş Eserler
Bu sahada en eski te'lif, Hatib-i
Bağdadi'nin muhaddis arkadaşlarından,
Ebu Mansur Abdulmuhsin ibn Muhammed eş~Şihi'nin
(421-489/1030-1096), ismi el-Kifaye
olması muhtemel8 bir cüz'üdür. Bunda,
isnadlarıyla birlikte 25 hadis
kaydettiğinden bahsedilir.9
İkinci ve en geniş eser, Mısırlı Şafii
âlim Bedruddin ez-Zerkeşi'ye
(745-794/1344-1392) aiddir. Aslen Türk
olan bu büyük âlimin kitabı el-İcâbe li-îrâdi
mâ'stedrekethu âişe 'ala'ş-şahabe ismini
taşıyor. İstidrakler, ilgili şahıslara
göre sıralanmıştır.10
Üçüncüsü ise, Suyûtî'nin
(849-911/1445-1505) Aynu'l-işâbe fî
istidrâki âişe 'ala'ş-şahabe ismiyle,
yukarıdaki esere yaptığı telhistir.
İstidrakleri fıkıh bâblarına göre
(Salât, Cenâ'iz, Sıyam, Hacc, Bey',
Nikâh... ) sıralamış, Zerkeşi'nin
eserine bazı çıkarma ve eklemelerde
bulunmuştur.11
Hz. Aişe'nin İstidrakleri
Hz. Aişe'nin dini tenkidleri başlıca iki
sahada olmuştur:
1. Hatalı rivayet edildiklerine kani
olduğu hadislere karşı,
2. Kendi devri âlimlerinin yanlış
gördüğü fetvalarına karşı,
Aşağıda her iki sınıfa ait birkaç misal
vereceğiz:
1. Hadis Sahasındaki Tenkidleri
Başta Muvatta'12, Buhari13 ve Muslim14
olmak üzere, belli başlı tüm hadis
kitaplarının küçük farklarla
kaydettikleri bir hadis vardır:
Ölü, yakınlarının kendisine ağlaması
yüzünden azaba uğratılır. Hz.
Peygamber'in, bu kelamı ne zaman, nerede
ve hangi manada irad ettikleri ve ölünün
azap çekmesinin sebepleri üzerinde, her
biri bir hadise dayanan pek çok görüş ve
te'viller ileri sürülmüştür. Hadisin
zahiri manasını kabul edenler arasında
Hz. Ömer ve oğlunun da bulunduğunu
kendisine naklettikleri zaman Hz. Aişe
keyfiyeti şu şekilde vuzuha
kavuşturmuştur:
Siz, yalan söylemez, yalanla itham da
edilmemiş iki zattan hadis rivayet
ediyorsunuz, fakat kulak hata
yapabilir... Hz. Peygamber, bir
Yahudi'nin mezarı yakınından geçmişti,
yakınları baş tarafına oturmuş
ağlaşıyorlardı. Bunun üzerine: "Bunlar
ağlayıp duruyor; hâlbuki o kabrinde azab
çekmekte" buyurmuşlardır... Size bu
hususta Kur'an'ın rehberliği yeter:
Kimsenin günahını çekmez.15
Bu Yahudinin azab çekmesinin sebepleri
arasında, hayatta işlediği günahları
veya arkasından matem tutulması gibi
münker bir şeyi vasiyet etmiş olması
gösterilmektedir.16
İmam Muhammed'in bildirdiğine göre,
İmam-ı A'zam Ebu Hanife (80-150/699-767)
Hz. Aişe'nin görüşündedir.17 Keza İmam-ı
Şâfi'î(150-204/699-820) aynı kanaatte
oluşunu şu şekilde açıklıyor:
Hz. Aişe'nin rivayeti, Kitab ve
Sünnet'in delaletiyle sahih görünüyor.
Kitab'daki deliller şu ayetlerdir:
"Kimse kimsenin günahını çekmez"18 ;
"Kişiye ancak yaptığı şey
verilecektir"19 ; "Kim zerre kadar
iyilik yaparsa onu görür, kim zerre
kadar kötülük yaparsa onu görür"20 ;
"Herkes yaptığını bulacak"21. Sünnet'ten
delile gelince: Hz. Peygamber, bir
adama: "Şu yanındaki senin oğlun mu?"
diye sordu. O zat "evet", deyince:
"Bak!", dedi, "ne o senin işleyeceğin
cinayetten mesuldür, ne de sen
onunkinden." Böylece Hz. Peygamber tıpkı
Cenab-ı Hak gibi bildiriyor ki, nasıl
bir kimse kendi yaptığını, başkasının
lehine veya aleyhine yazdıramazsa,
öylece herkes de, işlediği cinayetten
bizzat mesuldür...22
Hz. Aişe'yi destekleyen hadisler
arasında Zerkeşî(ö. 794/1392), bazı
Müslüman mevtaya Hz. Peygamber'in
ağlamış olduğunu ve ağlayanlara da mani
olmadığını bildiren rivayetleri
göstermekte, âlemlere rahmet olması
hasebiyle, Peygamber Aleyhisselam'ın,
onların azabına sebep olacak bir şeyi
yapmasının muhal olduğunu
söylemektedir.23
Hz. Aişe'nin görüşüne katılmayanlar da
vardır; İbn Kuteybe (ö. 276/889)
gibi...24
***
Hemen bütün cemiyetlerde ve devirlerde,
birtakım şeyleri, bazı günleri, yerleri
veya şahısları uğursuz addetme
vakıasının mevcut bulunduğunu biliyoruz.
Bundan, tabiatıyla Arab cemiyeti de
hariç kalacak değildir. Mesela bir
Müslüman Hz. Peygamber'e gelmiş ve: "Ya
Resulallah, biz bir önceki evimizdeyken,
sayımız fazla, malımız fazla idi,
şimdikine geçtik, sayımız azaldı,
malımız azaldı" şeklinde şikâyette
bulunarak25 , taşındığı yeni evinin
netameli çıktığını ileri sürmüş, bunun
çaresini istemiştir.
Cahiliye devrinden arta kalan bu
çeşitten iddia ve tatbikatın izalesinde
Hz. Aişe en büyük hizmeti
görenlerdendir. Mesela Şevval ayında
(iki bayram arası) evlenmenin uğursuzluk
getireceği inancını devam ettirenlere,
Peygamber'in tatbikatını misal
göstererek karşı çıkan odur.26
Hz. Peygamber'in bu yoldaki
irşadlarından bazılarının, her Müslüman
tarafından aynı şekilde kavranamadığı
zamanlar da oluyor ve münevver
Müslümanlar arasında dahi fikrî
ihtilaflar vücud buluyordu. Aşağıda
Müminlerin annesinin böyle bir meseleyi
nasıl hallediyor olduğunu göreceğiz:
Birkaç Sahabeden şu mealde bir hadis
rivayet edilir:
الشؤم في الدار و المرأة و الفرس
Uğursuzluk evde, kadında ve attadır.27
Bu ibare: "Şayet uğursuzluk diye bir şey
olsaydı, bu sayılanlarda olurdu"
şeklinde de aynı kaynaklarda verildiği
için, gerçeğin tespiti, ancak Hz.
Aişe'nin tavzihiyle mümkün olmuştur.
Şöyle ki:
Benû Âmir kabilesinden iki Zat, Hz.
Aişe'nin huzuruna varıp, Ebû Hureyre'nin
Hz. Peygamber'den yukarıdaki şekilde
rivayet etmekte olduğunu haber
verirler.28 Hz. Aişe bunu duyunca
fevkalâde sinirlenmiş ve Kur'an üzerine
yemin ederek şöyle demiştir:
Bu söz, Peygamber'in kendi sözü
değildir, sadece, Cahiliye devri
adamlarının böyle söylüyor olduklarını
hikâye etmiştir.
Bahis konusu hadis, ileriki asırlarda
dahi pek çok ihtilaf te'villere mevzu
teşkil etmiştir. Hz. Aişe'nin Ebû
Hureyre'ye müteveccih bu reddiyesini
kabul etmeyenler arasında, mesela İbnu'l
Cevzî, Kastallânî ve İbn Hacer vardır.
Dayandıkları nokta, adı geçen hadisin
isnadlar bakımından sağlam, başka
Sahabilerden de aynı şekilde rivayet
ediliyor olmasıdır. Meseleyi Kur'an
zihniyetiyle mütalaa edenler ise, Hz.
Aişe'nin görüşüne katılıyorlar:
Şafii âlimlerden Alî ibn Abdilkâfî es-Subki
(683-756/1284-1355), "Eşlerinizden ve
çocuklarınızdan size düşman olanlar
bulunabilir..."29 mealindeki ayet
muvacehesinde, uğursuzluğun, belki
düşmanlık ve fitne kaynağı olan
kadınlardan gelebileceğini, yoksa hükmün
hepsine teşmil edilemeyeceğini
belirttikten sonra şöyle demektedir:
... Bu, hiçbir âlimin söyleyeceği şey
değildir. Kim böyle derse, cahilin
tekidir. Yağmurun yağmasını yıldızlara
bağlayan kimseyi kâfir gören Cenab-ı
Hak30 , herhangi bir kötülüğü, hiçbir
dahli yokken, kadına yamayan kimseye ne
demez!31
***
Buraya kadar kaydettiğimiz
istidraklerinde Hz. Aişe'nin, yanlış
anlaşılmış hadisleri nasıl asli
yerlerine koyuyor olduğunu görmüş
bulunuyoruz. Şimdi de, muasırlarınca
verilmiş bazı dinî fetvalardan yanlış
gördüklerini düzeltiş tarzına dair
birkaç misal vereceğiz.
2. Fetvalar Sâhasındaki Tenkidleri
Hadis ve fıkıh usûl kitablarında
Sahabeden nakledilen fetvalara ayrı bir
önem verilmiş ve bunlarda Sahabenin Hz.
Peygamber'den edindikleri mâlumata
dayanmış olabileceklerinden hareketle,
mezkûr fetvaların merfu hadîsler
derecesine çıkarıldığı olmuştur. Bu
telakkinin, hadîsçiler çevresinde, hicri
2. asrın başlarında yerleşmeye başladığı
kabul edilebilir. Nitekim Medineli âlim,
muhaddis Sâlih ibn Keysân ile (ö.
140/757'den sonra) meşhur İbn Şihâb ez-Zuhrî
(ö. 124/742) birlikte hadis derlemeye
başladıkları zaman, Sâlih, Zuhrî'nin
aksine, Sahabe kavillerini yazmamıştır;
zira daha sonra pişman olacağı üzere,
başlangıçta onları Sünnet'ten
saymıyordu.32
Sahabe görüşünün Şeriat'teki yerine dair
İbn Teymiyye'nin (661-728/1263-1328) şu
ifadesini kaydedelim:
Sahabenin kavilleri, şayet intişar eder
de, kendi devirlerinde inkâr
edilmezlerse, ulemanın ekserisine göre
bunlar 'hüccet'tir. Eğer ihtilaf
etmişlerse, ihtilaf noktalarında Allah
ve Resulüne başvurulur. Onların
ihtilaflı oldukları kavlin hüccet
olmadığı üzerinde ulemanın ittifakı
vardır. Bir Sahabi bir kavilde bulunmuş,
başkaları bunun hilafını bildirmemiş,
fakat bu kavil intişar da bulmamış ise,
mesele ihtilaflıdır. Ekseri âlimler onu
hüccet sayar, Ebu Hanîfe, Malik...
gibi.33
Bir bakıma fevkalade bir kıymet ifade
eden Sahabe görüşlerinin, bazen dini
tatbikatta ne türlü hatalara sevk
edebilmiş olduğuna dair hayli misal
vardır. Bazı kaynaklarda Ebû Hureyre'nin
fetvası olarak geçen aşağıdaki hadis34
bunlardan birisidir:
أذا نودي للصلاة، صلاة الصبح و احدكم جنب
فلا يصوم يومئذ
Meselenin cereyan tarzını Buhârî35 ve
Muslim'den36 hulasaten kaydedelim:
Yedi meşhur fakihten Tâbiî Ebu Bekr ibn
Abdirrahmân (ö. 93/712?), bir va'zında
Ebu Hureyre'nin: "Kim cünüb halde
ederse, o gün oruç tutmasın" dediğini
duymuştur., Bu hükmü, babası, yine
Tabiîlerden, Abdurrahman ibnu'l-Hâris'e
( ö. 43/663) naklediyor. Abdurrahman'ın
buna gönlü yatmamıştır. Birlikte kalkıp
Hz. Aişe ile Hz. Ummu Seleme'ye (ö.
60/680?) giderler.37 Her iki Ummu'l-Mu'minîn,
Peygamber'in fiiliyatını delil
göstererek Ebû Hureyre'nin görüşünü
nakzetmişlerdir. Bu neticeyi alan
baba-oğul, kalkıp Mervan'ın
(2-65/624-684) yanına çıkarlar. Mervan,
bu sırada Medine Valisidir38 ve
Abdurrahman'a, Peygamber'in
hanımlarından aldıkları cevabı gidip Ebû
Hureyre'nin yüzüne çarpmasını söyler.
Fakat Abdurrahman bu muameleyi hoş
karşılamaz. Bir zaman sonra, bir
vesileyle, Ebu Hureyre'ye durumu anlatma
fırsatı bulur. Karşılık olarak Ebû
Hureyre va'zında bahsettiği hükmü
Peygamber'den bizzat duymuş olmadığını,
kendisine Fadl ibn Abbas'ın (ö. 18/639)
rivayet ettiğini söyler ve Peygamber
hanımlarının bu mevzuda kendisinden daha
salahiyetli olduklarını kabul ederek
fetvasından döner.39
Bu hadîsin tatbiki sadedinde Tahâvî
(229-321/844-933), Ebû Hureyre'nin
hadisini kabul eden kimselerin, ona göre
amel ettiklerini, diğerlerinin de ona
uymadıklarını söylemekte40 ve Ebû Yûsuf
Muhammed'in bu ikincilerden olduğuna
işaret etmektedir.41
Şayet yukarıda isimleri geçen Tâbiî
âlimlerinin, kendi İslamî anlayışlarına
ters düşen bir hükmün aslını tahkik
himmetleri olmasaydı, belki de bütün
Müslümanlar, mezkûr durumlarda
oruçlarını Ebû Hureyre'nin va'zına
kurban etmiş olacaklardı!
***
Hac veya umre için ihrama girmiş bir
kimseye yasak olan bazı fiiller vardır:
Güzel koku sürünmek, dikişli elbise
giymek, avlanmak gibi... Bir de, ister
Cenab-ı Hakk'ın rızası için olsun, ister
keffaret için, Mekke'ye kesilmek üzere
kurbanlık gönderme Sünnet'i vardır ki,
buna hedy denir. Hedyi gönderen kimse
kendi memleketinde kalır. İşte böyle
birisinin durumu, hicri 1. asrın ilk
yarısı sonlarında, Basra
İlahiyatçılarını meşgul eden
meselelerden birisi olmuştur. Bu noktada
İbn Abbas'ın şu fetvasına sahibiz: .
من أهدى حرم عليه ما يحم على الحاج حتى
ينحر الهدى.
Kim bir hedy gönderirse, ona, hacca
gitmiş kimseye haram olan şeyler, hedy
kurban edilinceye kadar, haram olur.42
İbn Abbas, bin altı yüz küsur hadis
rivayet etmiş âlim Sahabilerdendir.
Tercumânu'l- Kur'ân lakabıyla meşhurdur.
Peygamber'in vefatında 13 yaşında
olduğu, Hz. Peygamber'den bizzat 10
kadar hadis işittiği, Cemel, Sıffîn ve
Nehruvân harblerine Hz. Ali tarafında
katıldığı, şehadetine kadar onun Basra
valiliğini yaptığı, Emeviler zamanında
siyasi hayattan çekildiği, 68/687'de
Taif'te vefat ettiği mervidir.43
Peygamber'in sağlığında doğmuş olduğu
bildirilen Medineli büyük Tâbiîlerden
Rebî'a ibn Abdillah ibni'l-Hudeyr (ö.
93/712),44 Basra'da, 36-40/656-661
seneleri arasında Hz. Ali'nin valiliğini
yapmış olan İbn Abbas'ı, Basra
Mescidi'nin minberinde "ihramlı hâlde"
görmüştür. Rebi'a, müteakiben Abdullah
ibnu'z-Zubeyr'e (ö. 73/692) mülaki
oluyor ve bu meseleyi kendisine açıyor.
Abdullah'ın cevabı şudur:
Ka'be'nin Rabbi'ne yemin ederim ki bu
bid'attır.45
Basra'da, Ziyâd ibn Ebîhi'nin
45-53/665-673 senelerindeki valiliği
sırasında, İbn Abbas'ın fetvasına göre
amel edenler bulunduğu, hatta bizzat
Ziyâd'ın bunlar arasında olduğu
anlaşılıyor. Ortada fıkhi bir ihtilaf
vardır, fakat çözüm imkanları da vardır.
Ziyâd, meseleyi bir mektupla Hz.
Aişe'den soruyor. Alınan cevaba göre,
iş, İbn Abbas'ın dediği gibi değildir.
Zira hicri 9. senede Hz. Peygamber hacca
bizzat gitmeyip, kendi yerine Hz. Ebu
Bekir'i göndermiş, tabii hedyini de
birlikte; fakat bununla beraber, günlük
yaşayışında hiçbir değişiklik
olmamıştır.
Kaynaklarımız, İbn Abbâs'ın bu görüşte
yalnız olmadığını, İbn Ömer, Kays ibn
Sa'd gibi Sahabilerin, Neha'î, Atâ', İbn
Sîrîn gibi Tâbiî âlimlerinin de aynı
görüşte olduklarını bildirmektedir.46
Bu durum karşısında Hz. Aişe'nin
tavzihinin belirttiği kıymeti İmam-ı
Zuhrî (50-124/670-742) şöyle kaydediyor:
Bu mevzuda halkın körlüğünü gideren ve
onlara Sünnet'i açıklayan ilk kimse Hz.
Aişe'dir. Halka Aişe'nin kavli ulaşınca,
onunla amel edip, İbn Abbas'ın fetvasını
terk ettiler.47
Bu fetvayı terk edenler arasında Hanefi
imamları48 ve İmam-ı Malik49 de
bulunmaktadır.
***
İslam fıkıh mezheplerinin fer'i
meselelerde birbirlerinden bazı
farklılıklar göstermesinin en mühim
sebeplerinden birisini, muhakkak ki,
hadisleri gerçek hüviyetleriyle
aksettirmekte ravilerin her zaman
başarılı olamaması teşkil eder. Bu
durumun dini tatbikatta tevlid ettiği
karışıklığın müşahhas misalleri pek
çoktur. Mevzuumuzu ilgilendiren bir
tanesini burada kaydedeceğiz.
İkindi namazlarından sonra, güneş
batıncaya kadar namaz kılınamayacağını
bildiren hadisler erbabının mâlumudur.
Bunun aksini bildirenlere de, hatta Hz.
Aişe'den mervi olarak, sıkça
rastlanır.50 Bu arada Zeyd ibn Sabit'in
(ö. 50/670?), bu çeşitten ters
rivayetler kendisine ulaştığı zaman, Hz.
Aişe'yi inkâr sadedinde: "Biz (bu
noktada) Hz. Peygamber'i Aişe'den daha
iyi biliriz" dediği ve Hz. Âişe'den
aşağıda nakledeceğimiz izahatın aynısını
verdiği mervidir.51
İslam ibadet tarihi bakımından tarihî
bir kıymet arz eden rivayetimizin ravisi
Abdullâh ibnu'l- Hâris ibn Nevfel'dir.
Bu Haşimî zât, Medine'de, hicretten 11
sene önce doğmuştur (m. 611). Sahabeden
olduğu da söylenir. Babası ile Basra'ya
göçtü. Yezîd vefat edince, Basralılar
onu başa geçirdiler. 64-65/683-685
senelerinde, burada, İbnu'a-Zubeyr'in
bir sene valiliğini yapmış, daha sonra
Haccac'dan kaçarak Umân'a gitmiş, hicri
79/698 veya 84/703'te orada vefat
etmiştir.52
İşbu İbnu'l-Hans şöyle anlatıyor:
Mu'âviye (Medine'yi ziyaretinde, bir
gün) ikindiyi kıldırmıştı, (Mescid'den)
ayrıldı. Bir kısım cemaat ise, ikindiden
sonra namaz kılmaya devam ediyorlardı.
(Odasına) girdi, ben de yanında idim,
İbn Abbas çıkageldi. Mu'âviye ona
divanda yer açtı, yanına oturttu ve
sordu: "Halkın kılmakta olduğu bu namaz
ne ola? Hz. Peygamber'in böyle bir namaz
kıldığını görmediğim gibi, kılınmasını
da emretmiş değildir." İbn Abbas,
cevaben: "Bu namazı İbnu'z-Zubeyr'in
fetvası üzerine (kılıyorlar)",dedi. (Az
sonra) İbnu'z-Zubeyr geldi, selam verip
oturdu. Mu'âviye ona şöyle dedi: "İbnu'z-Zubeyr!
Halka kılmalarını emrettiğin bu namaz ne
namazıdır? Hz. Peygamber'in onu
kıldığını görmediğim gibi, kılınmasını
emretmiş de değildir." İbnu'z-Zubeyr
cevaben: "Ummu'l-Mu'minîn Hz. Aişe, bu
namazı Hz. Peygamber'in, kendi evinde
iken, kılmış olduğunu bana
bildirmiştir", dedi.
İbnu'l-Hâris daha sonra hadiseyi şöyle
naklediyor:
Bunun üzerine Mu'âviye, benimle birlikte
bir zatı Hz. Aişe'ye meseleyi sormamız
için gönderdi. Hz. Aişe'nin yanına
girdim, İbnu'z-Zubeyr'in söylediklerini
naklettim. Bana, "İbnu'z-Zu¬beyr iyi
belleyememiş", dedi ve işin aslını
anlattı:
Gerçekten de bir defasında Peygamber
Aleyhisselam Hz. Âişe'nin evinde,
ikindiden sonra, iki rek'at namaz
kılmıştır. Fakat bu iki rek'at,
ikindinin değil, mübrem bir meşguliyeti
dolayısıyla vaktinde edasına imkân
bulamadıkları öğle namazının son
sünnetidir...53
***
Sahabe devrinin ihtilaflı kelam
meselelerinden birisini, Hz.
Peygamber'in Mi'râc'da Rabbini görüp
görmediği hususu teşkil eder,
Hz. Aişe ve İbn Mes'ûd (ö. 32/652) menfi
kanaattedirler. Buna mukabil, İbn
Abbas54 ve Kibar-ı Tâbiînden Urve, Ka
'bu 'l-Ahbar, Hasan, Zuhrî... gibi
âlimlerin görüşü müsbet istikamettedir.
Bu sonuncular kendi aralarında da
ihtilafa düşmüş, kimisi bizzat
gözleriyle gördü derken, diğerleri bunu
kalp gözüne yorumlamıştır.55
İşte, Hz. Aişe'nin talebelerinden olan
Mesrûk (ö. 62/682), bu ihtilaflı
meseleyi, onu Peygamber'e ilk soran
kimse olan56 Müminlerin âlim annesine
açıyor. Hz. Aişe, ayetlerle
delillendirdiği cevabına şöyle
başlamıştır:
Söylediğin şeyden saçlarım diken diken
oldu. Sana şu üç şeyi kim söylerse,
yalan söylemiştir: Kim, Muhammed
Aleyhisselam Rabbini gördü, derse…57
Bu mesele müteakib asırlarda da
İlahiyatçı çevreleri meşgul etmekte
devam edecektir. Müsbet görüşü paylaşan
büyük muhaddislerden İbn Huzeyme
(223-311/838-923), Sahîh'inde, Hz.
Âişe'nin görüşünü şu şekilde zayıflatmak
istemektedir: .
Hz. Aişe'nin nefyi [reddi] bir ilme (hadîse)
dayanıyor değildir. Aişe, Hz.
Peygamber'den, Rabbini görmediğine dair
bir şey nakletmemektedir. Kendisi bu
hükme, sadece ayeti te'vil ederek
varmıştır.
Keza Nevevi de (631-676/1233-1278), İbn
Huzeyme'ye ittibaen şu görüşte
bulunuyor:
Aişe, rü'yetin vukuunu merfu bir hadîsle
nefyetmemiştir. Şayet böyle bir hadîsi
olsaydı zikrederdi. Ancak ayetten
istinbatına dayanmaktadır. Kendisine,
başka Sahabiler muhaliftir. Bir Sahabi
bir kavilde bulunur, ötekiler ona
muhalif kalırsa bu kavil bir hüccet
sayılmaz. Ayetteki idrâk kelimesinden
murad, ihata demektir. Bu da rü'yete
mâni değildir.
Bu görüşleri nakleden İbn Hacer
(773-852/1372-1449), her büyük
muhaddisin düştüğü gaflete parmak
basmakta ve onların yok dediği hadîsin
Muslim'de mevcud olduğunu, bilhassa
Muslim'in şarihi Nevevî'ye, kibar bir
şekilde hatırlatmaktadır.58
Bu meseleye, büyük tarihçi ve
muhaddisimiz İmam-ı Zehebi'nin
(673-748/1274-1347) şu kati ifadesiyle
son verelim:
Hz. Peygamber'in Allah Teâlâ'yı
gözleriyle gördüğüne dair bize celi bir
nass gelmiş değildir. Bu mesele,
Müslümanın, dininde sükûtla
geçiştiremeyeceği meselelerdendir…59
***
İslam ilimlerinin her dalında olduğu
gibi, tefsir sahasında da, Hz. Aişe'nin
yaptığı tavzihlerin karar mercii
olduğunu görüyoruz. Bu çeşit
istidraklerinden de misal vererek
yazımızı bitirelim.
Siyasi çıkarların avukatlığını
yaptırtmak gayesiyle, devirler boyunca,
sayısız denecek derecede hadis
uydurulabilmiş olmasının yanı sıra,
Kur'an-ı Kerim ayetlerinden de, mahdud
ölçüde de olsa, istifadeye kalkışılmış
olduğu bir vakıadır. Bu çeşit
gayretlerden birisi olarak görünen bir
teşebbüsün Hz. Aişe tarafından nasıl
başarısızlığa uğratılmış olduğu hususu
aşağıdaki rivayetten ortaya çıkmaktadır.
Mekke'de vefat etmiş Tâbiîlerden Yusuf
ibn Mahek (ö. 103/721?) anlatıyor:
Mervân, Hicaz valisi idi. Mu'âviye tayin
etmişti (Medine valiliği 41-49 ve 56-57
arasındadır). Hutbeye çıktı; Yezîd'e,
babası Mu'âviye'den sonra bey'at
edilmesinden bahsediyordu. Ebu Bekir'in
oğlu Abdurrahmân bir şeyler söyleyince
Mervân onun yakalanması emrini verdi. O
da kaçıp (kız kardeşi) Hz. Aişe'nin
evine girdi. Yakalamaya muvaffak
olamadılar. Bunun üzerine Mervân: "Bu
adam o kimsedir ki, Allah onun hakkında:
'Ana babasına: Öf be ...' ayetini
indirrniştir"60, dedi. Perdenin ardından
bunları duyan Aişe şöyle cevabı verdi: "Cenab-ı
Hak, benim ma'sumiyetimi bildiren ayet61
dışında, bizim hakkımızda Kur'an olarak
hiçbir şey inzal etmemiştir."62
Vak'anın kahramanı olan Abdurrahmân,
kaynakların verdiği bilgilere göre,
Bedir ve Uhud harblerine müşrikler
tarafında iştirak etmiş, Kureyşlilerin
en şeci ve keskin okçularındandır:
Mübareze için ortaya çıktığında
karşısına babası Hz. Ebu Bekir'in
dikilmek istediği, fakat Hz. Peygamber
tarafından buna mani olunduğu mezkûrdur.
6/628'de Hudeybiye'de Müslüman oldu.
Cemel'de Hz. Aişe ile birlikte idi.
Mekke'de 53 (veya 55) senesinde vefat
etmiştir.63
Kaynaklarımızın verdiği tamamlayıcı
bilgilere göre64 , Abdurrahmân'ı feveran
ettiren husus, Mervân'ın, Yezîd'e bey'at
edilmesini teklif ederken, bu işi, Ebû
Bekir ve Ömer'in sünneti olarak takdim
etmiş olmasıdır. Abdurrahmân, haklı
olarak buna karşı çıkmış ve "Çocukları
için bey'at almak onların değil,
Hirakl'in, Kayser'in, Kisra'nın
sünnetidir." demiştir. Bu müdahaleye
fena halde içerleyen Mervân'ın
Abdurrahmân'a: "Sen, hakkında… ayeti
nazil olan adam değil misin?" şeklinde
hücum etmesi üzerine, onun da: «Asıl
sen, Hz. Peygamber'in lanetlediği
babanın mel'un oğlu değil misin?"
şeklinde cevap verdiği ve hadisenin;
Buhârî'nin naklettiği neticeye müncer
olduğu verilen malumat arasındadır.
Abdurrahmân'ı bu tutumundan çevirebilmek
için Mu'âviye'nin kendisine 100.000
dirhem gönderdiği, fakat onun bunu geri
çevirdiği de mervidir.
Ayetin sebeb-i nüzûlünü Abdurrahmân'a
bağlayan İbn Abbas rivayetine65 Zeceac
(241-311/855-923), 'bâtıl' demektedir.
Mevzu ile ilgili rivayetleri
kaydettikten sonra İbn Hacer ( 852/1449)
kendi hükmünü şöyle açıklar:
Aişe'nin reddiyesi isnad bakımından en
sahih kabul edilmeye en layık olandır.
Buraya kadar misal olarak verdiğimiz
istidraklerinden ve pek çok
benzerlerinden de anlaşılacağı üzere,
Hz. Aişe'nin yaptığı tenkidlerde hareket
noktası Kur'an ve Sünnet'tir. Bu iki
kaynaktan aldığı İslami kültürüne kendi
müşahede ve düşüncelerini de katarak,
pek çok meselede İslam cemiyetini
aydınlatan bir ilim ve fazilet meşalesi
olmuştur.
Hz. Aişe'nin şahsında en güzel ifadesini
bulan İslam ilminin devirler boyunca arz
ettiği manzaranın tesbiti, İslam'ın
hal-i hazır durumu ve istikbali
bakımından son derece ehemmiyeti
haizdir. İslam kitabiyatının bütünü ile
ortaya çıkarılması ilk şartını yerine
getirmedikçe, o istikbali kurmaya
tabiatıyla imkân düşünülemez. Bu
kitabiyat yardımıyla İslam kültürünü Hz.
Aişe zihniyetiyle ortaya koyacaklara
ise, devrimizin her zamankinden daha
muhtaç bulunduğunu söylemeye bilmem
lüzum var mıdır?
DİPNOTLAR:
*AÜİFD, XIX(1973),s.59-74.
133. Ahzâb, 21.
249. Hucurât, 6.
3Evlendiği zaman yaşının 18 civarında
olması lazım geldiği hakkında Ömer Rıza
Doğrul'un mütalaası için bk, Asr-ı
Saâdet, II. 1007-1013, V. 14-25. Musa
Carullah'da İsmail Hakkı'ya göre
(ö.1949) aynı görüştedir. Hâtun, s.70;
Mehmet Görmez yayımı, s.81. Milaslı
İsmail Hakkı'ya göre (ö.1938)
nişanlandığında 13-14 yaşlarında idi,
Kur'an mucizeleri, s.148.
4İbn Sa'd, II.375;IIıı.126; Ahvezî, x.
380, r. 3970
5İbn Sa'd, ay.;VIII.66; Mustadrek, IV.
11;Ensâb-ı belâzurî, I.415.
6Mustedrek, IV. 11; Nubelâ', II. 191; IV.
95; Yeni baskı, II. 185
7Mustedrek, IV. 14; Nubelâ' , II.130.
8Bkz. İcâbe, s.93.
9Fehrese, s.74; "Aynu'l-işâbe
Mukaddimesi" Terâtîb, II. 433.
Haydarâbâd Sa'îdiye Kütüphanesinde bu
eserin mevcut olduğu bildirilmektedir,
el-Fihrisu'l-meşruh, r.hadis 360.
10Eser, Sa'îd el-Efğanî'nin tahkikiyle
ilk defa olarak Dımeşk'te, 1358-1939 da
183 sahife halinde basılmıştır. Bünyamin
Erol'un tahkikli basımı çıkmak üzeredir.
11Keşfu'z-zunûn, s.1181, 1384; Teratîb,
II. 433-434. GAL S.II. 189. Süleymaniye
nüshaları için bkz. 708-124 (y.355-357);
1029-6 (y.66-73); 1030-2 (y.5-8). Suyûtî,
işbu telhisinin sonunda: "Zerkeşî'nin
kitabından istidrak sayılamayacak
olanları çıkardım ve onun kaydetmediği
şu ziyadelerde bulundum" diyerek iki
hadis daha serd etmekteyse de, bunların
ilki istidrak sayılamayacağı gibi(krş.
Ahvezî, V. 569-570), ikincisini de
aslında Zerkeşî kaydetmiştir. ( İcabe,
s.140); Suyûtî'nin gözünden kaçmış
olmalıdır.
12I. 234, r. 37.
13II. 80-81
14II. 638-644
1535. Fâtır, 18.
16Bkz. Aynî, IV. 86, Askalanî, III. 97;
Kastallanî, II. 383…
17Muvatta'-Şeybânî, 113, r. 320.
186. En'am, 164; 17. İsrâ, 15; 35. Fâtır,
18; 39. Zumer, 7; 53. Necm, 38.
1953. Necm, 39.
2099. Zilzâl, 7-8
2120. Tâhâ, 15.
22Beyhakî, IV. 73.
23İcâbe, s. 112-113
24Te'vîl, s. 316.
25Ebû Dâvûd, II. 345.
26Aynî, VI. 601.
27Muvatta', 972; Buharî, III. 217; VI.
124; VII. 31; Müslim, r. 2225; Ahzevî,
VIII. 110-114; Ebû Dâvûd, II. 342-345;
Nesâ'î, VI. 220; Aynî, VI. 559-602; 380;
X. 213; Askalânî, VI. 39; IX. 108; X.
189; Kastallânî, V. 70.
28Musned, VI. 246.
2964, Teğâbûn, 14.
30Âlimimizin işaret ettiği hadîs için
bkz. El- Mu'cemu'l-mufehres, VI. 239,
str. 29.
31Zurkânî, IV. 217; Askalânî, IX. 108.
32İbn Sa'd, II. 388-9; IIıı. 135;
Abdurezzâk, Musannef, r. 20487.
33İbn Teymiyye, Fetevâ, I. 408.
34Hemmâm'ın ( ö. 101/718) Sahîfe'sinde
32 (33) rakamla hadîs. Mesela Musned'in
VI. Cildinin 99, 184, 203, 245, 266.
sahifelerinde Ebû Hureyre'nin sözü
olarak geçmekte, 216. sahifesinde ise
Hz. Peygamber'den Nakledilmektedir.
35II. 232-3.
36S. 779-781.
37Vakanın başlangıcı, bir rivayette
şöyledir: Taniî Ya'lâ ibn Ukbe bir gün
oruç tutmaya niyetlenip yatar.
Sabahleyin cünüb uyanınca, ne yapacağını
sormak üzere Ebû Hureyre'ye gider. Bu
Sahabi ona, orucunu bozmasını söyler.
Ya'lâ pek mutmain değildir. Mervân'a
başvurur. Orada. Abdurrahmân ibnu'l-Hâris
vardır… Tahavî, II. 103.
38Onun ilk tayini 41-49/661-669
tarihlerinde olduğuna göre, bahse mevzu
hâdisenin 41-43/661-669 arasında cereyan
etmiş olması gerekir.
39Fetvasından döndüğü bildirilenler
arasında Atâ ibn Ebî Rebâh (25-114/
646-732) ve Ebû Hureyre'nin damadı Sa'îd
ibnu'l-Museyyib (15-94?/ 636-713)
bulunmaktadır; Beyhakî, IV. 215. bu
hadîs için ayrıca bkz. İ'tibâr, 136-138;
Beyhakî, IV. 213-215; Tahâvî, II.
102-107.
40II. 103.
41II. 107.
42El-Mu'cemu'l-müfehres, V. 58, str. 11;
Muvatta', I. 340-1; Buhârî, II. 183; VI,
239; Muslim, II. 959…
43Bkz. Tehzîb, V. 276-279, r. 474.
44Bu zât için bkz. İbn Sa'd, V. 27 (V.
17); Buhârî, Târîh, II. 281; İstî'âb, r.
761; Tehzîb, III. 257.
45Tahâvî, II. 267; Askalânî, III. 354.
46Tahâvî, II. 264-268; Askalânî, III.
354-355; Aynî, IV. 717-718.
47Beyhakî, V. 234.
48Tahavî, II. 267.
49Muvatta', I. 341-2.
50Mesela Musned, VI. 50, 109, 113, 134,
159,176.
51El-Fethu'r-rabbânî, II. 293-294
52İbn Sa'd, V. 24-26 (V. 15-16); İstî'âb,
r. 1500; Tehzîb, V. 181.
53Musned, VI. 183-184.
54Ahvezî,IX. 168, r.3333; Mustedrek, II.316,469.
55Askalânî, VIII.429-431.
56Muslim,159, r. 287.
57Buhârî, VI. 50; Muslim, r. 287; Aynî,
IX. 174-176; Askalânî, VIII. 429;
Kastallânî, VII. 343.
58Askalânî, VIII. 429.
59Nubelâ’, II. 118; Yeni baskı, II. 167.
6046. Ahkâf, 17.
61Bkz. 24. Nûr, 11-16.
62Buhârî, VI. 42.
63Vâkıdî, s. 257; Mustedrek, III.
473-477; İstî'âb, r. 1394; Usudu'l-ğâbe,
III. 304-306; İsâbe, II. 399-401, r.
5153; Tehzîb, IV. 146-147, r. 298…
64Bir evvelkilerden ayrı olarak bkz.
Aynî, IX. 145-147; Askalânî, VIII.
4907-408; Kastallânî, VII. 325; Taberî,
Tefsîr, XXVI. 19; Şevkânî, V. 19-20;
Zadu'l-mesîr, VII. 380-381.
65Mezkur ayetin nüzûlü sırasında İbn
Abbâs'ın bir iki yaşında olması gerekir!
http://www.fikribeyan.net/1052_Hz-Aise-nin-Hadis-Tenkidciligi---Prof-Dr-Mehmet-Said-Hatiboglu.html
|