.

 

.Kur'ân'ı şifa için okuyabilir miyiz?

Kur'ân iki şifadan söz eder. Birisi bal, diğeri de Kur'ân'ın kendisi.

Bal, maddi bir şifa kaynağı iken,
Kur'ân hem maddi hem manevi bir şifa kaynağıdır.
Üç surede, üç farklı ayette Kur'ân kendisini bir "şifa" kaynağı olarak anlatır:
"Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerin derdine şifa, müminlere hidayet ve rahmet gelmiştir."1

"İman edenler için o hidayet ve şifadır."2

"Biz Kur'ân'dan müminlere şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz."3

Kur'ân'ın sunduğu bu şifa nasıl bir şifadır? Küfre, şirke, imansızlığa, zulme ve vicdansızlığa karşı bir şifadır. Bu zaten açıkça ortada...

Kur'ân'ın davetine uyanlar bu şifayı tadıyorlar, anlıyorlar ve yaşıyorlar. Çünkü Kur'an bu özelliğiyle insanlığın en büyük yaralarını tedavi ediyor.

İman ederek Rabbini tanıyan insan sahibini, malikini ve mabudunu buluyor, vahşetten, dehşetten ve bütün korkulardan kurtuluyor.

***

Acaba Kur'ân bildiğimiz psikolojik ve bedeni hastalıklarımızın tedavisinde nasıl kullanılır, nasıl kullanılmış?

Kur'ân'dan istifade etmede örnek ve rehber olan Peygamberimiz bu konuda da bir öncülük ediyor, yol gösteriyor, bizzat kendi uygulamalarıyla ders veriyor.

Peygamberimiz bazı sureleri özellikle kendi hastalığına karşı okuduğu gibi, aile fertlerinden birisi hasta olunca da okurdu.

Peygamberimizin hanımı Hz. Aişe (r.a.) diyor ki:

"Ailesinden birisi hastalandığı zaman Resulullah (a.s.m.) Muavvizatı (Felak ve Nâs Sûrelerini) okuyarak onun üzerine üflerdi. Vefatıyla sonuçlanan hastalığa yakalandığında bu sureleri okuyup onun üzerine üflemeye ve kendi eliyle meshetmeye başladım. Çünkü onun elinin bereketi benim elimden daha fazlaydı."4

Yine Hz. Aişe'nin anlattığına göre, Peygamberimiz her gece istirahat'a çekileceği zaman İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okuyup avuçlarına üfler, sonra ellerinin yetişebildiği yere kadar vücudunun her tarafını mesh ederdi. Hadisin devamında, "Sonra Resulullah hastalanınca ona böyle yapmamı bana emrederdi" diyor.5

Peygamberimizin sözünü ettiği bir diğer şifa suresi, hepimizin bildiği Fâtiha'dır. "Fatiha her türlü hastalığa şifadır"6 buyuran Allah Resulü maddi/manevi bütün hastalıklara karşı Fatiha'nın okunması gerektiğini tavsiye eder.

***

Bu arada Kur'ân-ı Kerim'de "Rabbenâ" ve "Rabbi" ile başlayan pek çok dua ayetleri vardır. Bu ayetleri maddi hastalıkların tedavisi için okuyabileceğimiz gibi, manevi, psikolojik hastalıklar için okumamız da pekâla mümkündür.

Hz. İbrahim "Hastalandığım zaman bana şifayı veren O'dur" derken, şifayı doğrudan doğruya Allah'tan istiyor.7

Hz. Eyyup ise seneler süren ağır hastalığına karşı o meşhur duasını okur, Rabbinden yardım ister, Cenab-ı Hak duasını kabul eder, ayağını yere vurmasını emreder. Hz. Eyyup da ayağını yere vurur vurmaz yerden şu fışkırır, bu sudan hem içer, hem de bütün vücudun yıkar, sağlığına kavuşur.

Kur'ân'daki şifa dualarını okumak, ilaç tedavisini ve tıbbın gerekli gördüğü diğer müdahaleleri terk etmek anlamına gelmemelidir.

Doktora gitmek, ilaç kullanmak, ameliyat olmak, perhiz yapmak da birer fiili duadır ve şifayı Allah'tan istemektir. Yoksa ne ilaç şifa verir, ne de doktor. Gerçek Şâfi, şifâ verici Allah'tır.

1. Yunus, 10:57.

2. İsrâ, 17:82.

3. Fussilet, 41:44

4. Müslim, Selam:50.

5. Buharı, Tıb:39.

6. Dârimî, Fadlu'l-Kur'ân:12.

7. Şuarâ, 26:80.

Mehmet PAKSU
mehmetpaksu@gmail.com

----------------------------

KUR’AN İLAÇ DEĞİL REÇETEDİR

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

Kur’an, insanoğlu için hayatın tüm alanlarını kuşatan bir şifa kaynağıdır. Asr-ı Saadet örneğinde olduğu gibi, Kur’an, kendisine tabi olan toplumları kısa zamanda en üstün medeniyetin sahibi kılmıştır/kılacaktır. İnsanlar bu şifa kaynağına yönelerek bireysel, toplumsal, siyasal, ekonomik sorunlarına çözüm bulabilirler. Fakat bu yönelimin türü ve mahiyeti, sorunlara çözüm bulunup bulunulamayacağını doğrudan belirlemektedir.



Kur’an, insanın dünya ve ahiret saadeti için nazil olunmuştur. İnsanın vasıflarını, zaaflarını, muhtemel sorunlarını ve ihtiyaçlarını noksansız bilen yegane kudret olan Yüce Rabbimiz, insanın saadeti için hayatı kuşatıcı hükümler bildirmiş, ona dosdoğru yolu göstermiştir. İnsana şah damarından da yakın olan Yüce Allah, onu başıboş, sorunlarıyla baş başa ve çözümsüz bırakmamış, kullarını kaosa terk etmemiştir. İnsan kendi haline bırakılmış, başıboşluğa terkedilmiş sorumsuz bir varlık değildir. İnsanı yaratıp yeryüzünün halifesi kılan Yüce Rabbimiz, onu hiçbir zaman kılavuzsuz bırakmamış, vahiy ve peygamberler aracılığıyla ona sırat-ı mustakimi göstermiştir.


Kur’an mesajının önündeki engeller


İnsanlığın tek çaresi, yegane çıkış yolu olan vahyin son temsilcisi Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an; kaoslarla, bunalımlarla, krizlerle boğuşan günümüz insanının alternatifsiz kurtuluş reçetesi, tek çıkış yoludur. Şunu özellikle belirtmek gerekir ki, insanoğlu ile Kur’an arasına konulan her engel, Kur’an mesajının insanlara ulaşmasını engelleyen her barikat, insanın dünya ve ahiret saadetine vurulmuş bir pranga anlamını taşır. Mekke’de, Hz. Peygamber Kur’an mesajını insanlara ulaştırma uğraşı verirken müşrik önderlerin gürültü çıkararak ve çıkarttırarak Kur’an’ın okunmasını engellemeye çalıştıklarını Kur’an’dan öğrenmekteyiz. Bu karşı konulmaz kitabın mesajı önünde durulamayacağını anlayan ve gürültü çıkararak onun insanlara ulaşmasını engellemeye çalışan Mekkeli müşriklerin bu davranışı çeşitli şekillerde günümüze kadar sürdürülegelmiştir ve bugün de sürdürülmektedir.



Zaten İslam’ın cihad ve fetih anlayışının temelinde de, Kur’an’la toplumlar arasına çekilen perdelerin, konulan engellerin ortadan kaldırılması, Kur’an mesajının tüm insanlara ulaştırılması gayesi yatmaktadır. Yüce Allah’ın mesajının kullarına ulaşmasını engellemeye dönük her tutum ve anlayış ortadan kaldırılmalıdır ki, insanlar hakla batıl arasında tercihlerini sağlıklı bir şekilde yapabilsinler. Fakat Kur’an mesajının gücü ve etkisiyle tahtlarını sarsmasından, tezgahlarını bozmasından endişelenenler insanları bu güçlü mesajdan uzak tutmak için ellerinden geleni yapmışlardır/yapmaktadırlar/yapacaklardır.



Müslümanların yapması gereken, Kur’an mesajıyla insanlar arasına konulmuş engellerin kaldırılması ve insanların doğrudan Kur’an’la buluşmalarını sağlamaktır. Bu da Kur’an’la ilgili tüm yanlış anlayış ve yönelimlerin bertaraf edilmesini, Kur’an’ın vasıf ve amaçlarının doğru bilinmesini gerektirir.



Kur’an karşısında yeni gürültü yöntemleri



Yukarıda da belirttiğimiz gibi Mekkeli müşrikler Kur’an mesajının insanlara ulaşmasını engellemek için kaba yöntemlere başvuruyor, gürültü çıkarıyorlardı. “İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.” (Fussılet - 41/26). Yani kaba gürültüyle Kur’an okuyan Müslümanların sesini bastırmaya çalışıyorlardı. Oysa bu iş günümüzde daha akılcı, daha rafine yöntemlerle yapılıyor. Artık Kur’an mesajını insanlardan uzak tutmak için yapılan gürültü, Mekkeli müşriklerin kaba gürültüsüne benzemiyor. Kur’an mesajının bugün maruz kaldığı gürültü iki koldan işliyor. Kur’an, bir tarafta çağdaşlık adına çağın gerisinde kalmış bir kitap olarak nitelendirilmekte, diğer tarafta da geleneksel kültürün temsilcilerince yüceltme ve hürmet adına ulaşılmaz ve anlaşılmaz bir kitap olarak takdim edilmektedir. Bu her iki yol da neticede Kur’an’ın hayattan koparılmasına hizmet etmektedir.



Bir tarafta onu çağdaşlık adına hayattan dışlayanlar, bir başka tarafta ise onu yüceltme adına anlaşılması ve ulaşılması güç bir kitap gibi algılayarak dindarlık adına onu işlevsiz kılanlar.



Kur’an, defaatle kendisini, apaçık ve öğüt alınmak için kolaylaştırılmış bir kılavuz olarak tanıtırken, tarihi süreçte ortaya çıkan çarpık anlayışlar, üstelik onu yüceltme ve ona hürmet adına toplumlarda bunun tam tersi bir anlayışı hakim kılmışlardır. Bu süreçte Kur’an’ın hayatın içine girmesi, her an insanlara eşlik eden, kılavuzluk yapan bir başucu kitabı olması ne yazık ki ona saygı adına engellenmiştir. Bunda da anlaşılması güç bir kitap olarak lanse edilmesinin yanında ona hürmet adına yürürlüğe konan “Kur’an’ın abdestsiz olarak, rahat otururken, yaslanırken okunamayacağı gibi bazı kısıtlamalar etkili olmuştur. Böylece Kur’an zamanla bir merasim kitabı haline getirilmiştir. Oysa Kur’an’ın abdestsiz okunamayacağı gibi Allah’ın koymadığı hükümleri din adına, dine hürmet adına da olsa ortaya atmanın vebali çok büyük olsa gerektir.

Kur’an şifa yolunu gösterir

Kur’an’ın kendini takdimiyle, zaman zaman insanların ona yaklaşımları ve ondan beklentileri arasında uçurumlar oluşmuştur. Kur’an insanların ilgisini daima içerdiği İlahi mesaja çekmeyi amaçlarken, tarihi süreçte çeşitli yanlış anlayışların etkisiyle Kur’an’a farklı ilgi ve beklentilerle yaklaşılabilmiştir. Bunların başında da, Kur’an’ın gerek tilavetinden, gerek ayetlerinin yazılıp taşınmasından veya evlere ve işyerlerine asılmasından, gerekse okunup üflenmesinden dertlere deva, hastalıklara şifa beklemek vardır.

Kur’an’ın insanoğlu için şifa olduğunda kuşku yoktur. (Bkz. Fussilet 44, İsra 82, Yunus 57) Lakin Kur’an’ın şifa oluşu, onun hükümlerinin gereğinin yapılmasına bağlıdır. O, alemlerin Rabbinin insanoğlu için bildirdiği reçetedir. Bu reçete gereği yapılmayıp, evlere, boyunlara vs asılmakla kimseye şifa olmaz.

Baştan sona yaşayanlara, dünya ve ahiret yaşamına yönelik mesajlar ve ölçüler içeren, insanların dünyevi ve uhrevi saadetleri için ilkeler ve yasalar beyan eden Kur’an-ı Azimüşşan, maalesef tarihsel süreçte ortaya çıkmış olan yanlış ilgi ve beklentilerle zamanla hayattan koparılmış, yaşamın dışına itilmiştir. 70. ayet-i kerimesinde, “(Kur’an) Diri olanları uyarıp korkutmak ve kafirlerin üzerine sözün hak olması için (indirilmiştir)” ifadeleri yer alan Yasin Suresi’nin, yaygın bir gelenek olarak ölüler için okunuyor olması, Kur’an’la ilgili yanlış yönelim ve beklentilerin ne boyuta vardığıyla ilgili ilginç bir örnek teşkil eder. Merhum Mehmet Akif, Süleymaniye Kürsüsünde adlı şiirinde bu durumdan şöyle şikayet etmişti:

Mesela Kur’an sosyal adaletin nasıl gerçekleştirileceğiyle ilgili hükümler bildirmiştir. Sosyal adaletin gerçekleşmesi isteniyorsa bu hükümlerin hayata geçirilmesi zorunludur. Aksi halde söz konusu hükümleri içeren ayetlerin binlerce kez okunmasıyla veya yazılıp duvarlara asılmasıyla sosyal adalet gerçekleşmez. Faize dayalı rant ekonomisinin ortadan kaldırılması, zekat ve infak müessesesinin yerleştirilmesi ve böylece servetin topluma yayılması, sosyal adaletin olmazsa olmaz şartlarındandır. Tıpkı doktorun yazdığı reçetenin, onda yazılı ilaçlar alınıp kullanılmadıkça hastayı iyileştirmeyeceği gibi. Bu anlamda Kur’an ayetleri de reçete hükmündedir. İlaç, onların gereğinin yerine getirilmesi, hükümlerinin hayata geçirilmesidir. Kur’an’ı hayatın dışına iterek, onun yazılı olduğu sayfalardan, okunup üflenmesinden medet ummak Kur’an’ı işlevsizleştirmektir ve bu, Kur’an’a yapılan büyük bir haksızlıktır.

“İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!

Yoksa, bir maksad aranmaz mı bu ayetlerde?

Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’an’ın:

Çünkü kaydında değil, hiç birimiz mananın

Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına;

Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına

İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”

Akif’in mısralarından, bu topraklarda Kur’an’a yaklaşım konusunda o zamandan bu zamana çok şeyin değişmediği anlaşılıyor. O gün olduğu gibi bugün de Kur’an, çoğunlukla mananın kaydında olmaksızın, anlama gayesi güdülmeden okunmaktadır ne yazık ki. Oysa Asr-ı Saadet’te hayatın tam ortasında, belirleyen, yönlendiren, dönüştüren bir yaşam kitabıydı Kur’an. Ölülere değil yaşayanlara hitap ediyor, mezarlıklarda değil şehirlerin meydanlarında okunuyordu. İşte o zaman müşrik ve zalimler rahatsız oluyordu onun okunmasından. Şimdi İsrail radyolarında bile Kur’an okunuyor, Müslümanlara ninni niyetine. Çünkü onlar da biliyor ki dinleyenlerin çoğu manasının kaydında olmaksızın onun cezbeden tilavetine kulak kabartacaktır.

Kur’an’ın fert ve toplumlara yol gösteren, dünya hayatında insanoğluna rehberlik eden bir kılavuz değil de, okunuşu insanı cezbeden bir edebi şaheser, törensel bir kitap, bir ölüler kitabı, bir ucuz sevap kazanma kitabı olarak görülmesi, geleneksel din anlayışlarının en büyük sorunudur. Bu anlayışın hakim olmasıyla Kur’an hayat sahnesinden koparılmış, indiriliş gayesiyle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan alanlara terk edilmiştir.

Kur’an din adına, ona hürmet adına susturuldu

Bir düşünelim: Müslümanlar zorla ve baskıyla Kur’an’dan uzaklaştırılabilir, Kur’an ellerinden alınabilir miydi? Tabi ki hayır. Hem tarih şahitlik etmektedir ki, insanların kutsal değerlerine yönelik saldırılar onları bu değerlere daha sıkı sarılmaya sevk etmektedir. Oysa Kur’an, din adına, ona saygı ve hürmet adına Müslümanların ellerinden alınmış, bu yolla hayatlarından uzaklaştırılmıştır. Kur’an’ı yüksek raflarda tozlanmaya iten sebep, zalimlerin baskılarından çok ona hürmet adına sürdürülen yanlış anlayışlardır.

Müslümanlar, artık Kur’an’ı süslü kılıflarda ve dolap köşelerinde muhafaza etmenin ona saygı değil saygısızlık olduğunu anlamalıdır. Bilinmelidir ki Kur’an’a saygı onun mesajlarının öğrenilip yaşama geçirilmesiyle mümkündür. Onu hayattan koparmak, saygısızlık olur diye üzerinde taşımaktan, elinin altında bulundurmaktan kaçınmaktır aslında Kur’an’a saygısızlık.

Şurası da bilinmelidir ki, din adına, ona saygı adına Kur’an’ı işlevsiz ve atıl kılan hurafe ve vehimleri ortaya atanlar da, onları sorgulamadan dinin esası gibi benimseyenler de büyük bir vebal yüklenmektedirler. Kur’an’a yanlış yönelimler, bu yüce kitabı hayat sahnesinden uzaklaştırmakta, onun tüm insanlar için rehber olma özelliğini perdelemektedir.

Kur’an, insanlara dünya ve ahiret saadetinin yolunu göstermektedir. İnsanlara kurtuluş yolu olarak, iman edip salih amel işlemeyi, Allah’ın çizdiği helal-haram sınırlarına riayet etmeyi ve iyiliği emredip kötülükten nehyetmeyi göstermektedir. İnsanlara kişisel ve toplumsal yaşamda karşılaştıkları sorunlardan çıkış yollarını, meselelerinin çözümlerini bildirmektedir. Fakat unutmamak gerekir ki sorunların çözümü, ancak Kur’an’ın sunduğu çözümlerin hayata geçirilmesiyle mümkün olabilir. Yoksa ayetleri yalnızca okumak veya ezberlemekle sorunlar çözülmez.
 

İnanç Dünyamız ana sayfasına dön

YORUMLARINIZ: