|

Allah'ın Rahmet ve gufranının bol olduğu, içinde pek çok
esrar tecelli eden, sinesinde Kuran ve bin aydan daha
hayırlı olan Kadir gecesini barındıran Ramazan-ı Şerif'e
ermenin sevinç ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Bu mübarek aya eriştiren Rabbimiz'e hamdü senalar olsun. Bu
vesileyle bütün kardeşlerimizin Ramazan-ı Şerif'ini tebrik
ederim.
İnşaallah bu mübarek ay, kırılan tesbihin etrafa dağılmış
taneleri gibi dağılmış,Ümmeti Muhammed'in toparlanmasına ve
bizlerin dağılmış kalplerimizin düşüncelerimizin,
ruhlarımızın, akıllarımızın toplanmasına vesile olur. ne
güzel söylemiş şair:
BU AY
Karagöz seyri değil, gözyaşı dökme ayı; ''Bilinmez''i
bilirler, bilseler ağlamayı...
Necip Fazıl KISAKÜREK

Ramazan
Şerif Ayının Fazileti
Hicri ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve
farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak
demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe
edenlerin günahları yanar, yok olur.
Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır.
Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.
(Hadis-i şerif-Buhari)
Kim Ramazan-ı şerif ve Kurban bayramı gecelerini
ihya ederse; kalblerin öldüğü gün, onun kalbi ölmez.
(Hadis-i şerif-Kitab-ü Metcer-ür-Rabih)
Kuranı Kerim ve hadisi Şeriflerde beyan olunduğuna
göre Ramazanı şerif ayının fazileti sayılmayacak
kadar çoktur.İnanarak ve sevabını Allahtan ümit
ederek bu ayda oruç tutanların geçmiş günahları
bağışlanır.Bu ayda zikir meclislerinden bir mecliste
bulunana attığı her adım için senenin tamamını
ibadetle geçirmiş sevabı verilir.Yine bu ayda anne
ve babasına iyilik edene cenabı hakk refet ve
rahmetle nazar eder.Ramazanda bir müminin ihtiyacını
giderenin Hz. Allah binlerce hacetini giderir..
Bunun için attığı her adımızda yetmiş hasene
yazılır, yetmiş hatası bağışlanır.
Ramazanı şerif, Kuranı kerimin inzal edildiği bin
aydan daha hayırlı olan kadir gecesinin içinde
bulunduran mübarek bir aydır.Bu ayda eda edilen
nafilelere farz sevabı verilir.Farzlara ise yetmiş
farz sevabı verilir.Bu ayda müminlerin rızıkları
çoğaltılır.Bu ayda bir mümine iftar ettiren, bir
köle azat etmiş gibi sevap kazanır.Bütün ramazan
gecelerinde melekler onun için istiğfar ederler.
Bu ayda cenabı hakk müminlere orucu farz
kılmıştır.Oruç tutan müminler için iki sevinç
vardır.Biri dünyada iftar anında ,diğeri de ahirette
rabbine kavuştuğu zamandadır.Oruç tutanların
sevabını bizzat rabbimizin vereceği müjdelenmiştir.
Bu aya ramazan ismi verilmesi bu ayda günahlar
mahvedildiği içindir.Ramazan kelimesini meydana
getiren harflerde ayrı ayrı manalara delalet
ederler.(ra) rızayı ilahiyyeye (mim) mağfirete (dad)
daman yani ilahi garantiye (elif) ülfete (nun)
nailiyete delalet eder.
Bu mübarek ay kuranın inzal olduğu ay olması
hasebiyle Kuranı Kerimi çok okumaya gayret
etmeli,ibadet ve taati çoğaltmalıdır.İnsanların
maddi manevi ihtiyaçları için hayru hasenat yapmaya
gayret etmelidir.
Mümin, Ruhunu Teslim Ederken!!!
*Kuran-ı Kerimde bazı manalar sarih yani açıktır,
ayet-i kerimenin ibaresiyle anlaşılır. Bazı
manaların anlaşılması ise işaret, delalet, iktiza
v.s. usullere müracaatla mümkün olur. Mesela mecburi
olan hükümler sarih iken, ihtiyari olan hususlar
ekseriyetle diğer usullerle anlaşılmaktadır. Ve bu
manaları anlamak, ilk bakışta hemen mümkün
olmayabilir.
Nitekim bir ayet-i kerimede, Yaş ve kuru hiçbir şey
müstesna olmamak üzere hepsi apaçık bir kitaptadır
(S. Enam, 59) buyurulmaktadır. Ancak kimi açıkça,
kimi de ima ve işaretle mevcuttur.
*İşte bu ayet-i celileyi okuyan bir zat, kendi
kendine;
*Biliyor ve inanıyoruz ki; bir mümin, ruhunu teslim
ederken, cennetin güzellikleri onun karşısına
getirilir, onları seyrederken ruhunu teslim eder;
ruhunun çıkışından haberi bile olmaz...
Madem ki Kuranda her şey mevcuttur, acaba bu
hakikate de Kuranda işaret var mıdır? der ve bu
niyetle Kuran-ı Kerimi dikkatle baştan sona okumaya
başlar...
Her ayetin manası üzerinde durur; ancak, baştan sona
okuyup bitirdiği halde, buna işaret eden bir ayete
rastlayamaz. Bu defa hayretle düşünmeye başlar:
*Yaş ve kuru her ne varsa, bu Kitapta mevcuttu. Ama,
müminin ruhunun kolayca çıkacağına dair bir mana
mevcut değil, bu nasıl olur? sualine cevap
bulamayınca, iki cihan serveri, Fahr-i Alem (s.a.v.)
Efendimizin mübarek ruhaniyetlerinden istimdat eder;
*Ya Resulullah, ben bu hususta tereddütte kaldım.
Sen lütfeyle, bir işarette bulun diye yalvararak
istihareye yatar. İstiharede her şey istediği
şekilde tecelli eder. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz,
rüyada kendisine şöyle beyan buyururlar:
*Kuranda her mana vardır. Ancak, herkesin göreceği
kadar açık ve sarih değildir. O manaları
anlayabilmek için, liyakat sahibi olmak lazımdır.
Onlara muhatap olabilecek bir halde yaşamak gerek.
İstersen Sure-i Yusufu oku, otuz birinci ayetin
manası üzernde biraz düşün!
Bunun üzerine Sure-i Yusuf'u tam bir ihlas ve
tefekkürle okumaya başlar... Otuz birinci ayet-i
kerimeye gelince iyice tefekküre dalar... Ayet-i
celile mealen şöyledir:
Vakta ki (Zeliha), onların (şehirdeki kadınların)
gizliden gizliye yaptıkları dedi-koduları işitti,
kendilerine (davetçi) gönderdi. Bir yandan da onlar
için (rahatça) yaslanacak bir yer (yastıklar ve bir
de kesilip yenilecek bir meyve sofrası) hazırladı.
Onlardan her birine birer bıçak verdi. (Kadınlar
meyveleri soyarken o, Yusuf aleyhisselama),
--- Çık karşılarına, dedi.
Kadınlar onu görünce, (güzelliği karşısında o kadar
şaşırdılar ki), kendisini büyük bir varlık olarak
tanıdılar, (gözlerinde büyüttüler. Hayranlık ve
şaşkınlıklarından, meyveleri değil de) ellerini
kestiler; (fakat, acı hissetmedikleri için,
haberleri bile olmadı). Ve dediler ki: Allah'ı
tenzih ederiz, bu asla bir beşer değildir; bu ancak,
çok şerefli bir melektir.
Bu mana karşısında tövbe ve istiğfar eden zat şöyle
yalvarır:
Ya Rabb, beni affeyle. Benim görmeyişim o mananın
yokluğuna delil olamazmış demek ki. İşte müminin,
cennetteki makamını gördüğü anda duyduğu zevk ve
hayret sırasında ruhunun ne kadar kolayca çıkacağına
bu ayet-i celile işaret etmektedir. Ama bunu ben
önceden idrak edememiştim de, işaret yok sanmıştım.
Sen beni affeyle ya Rabbi.
Müfessirler diyorlar ki: Dünyada cennetlik amel
işleyen, yani tam bir İslami hayat yaşayarak cennete
girmeye layık hale gelen mümin, vefat ederken,
varacağı cennetin güzelliğini görmeye başlar. Bütün
bu hayranlık içinde orayı seyrederken ruhu da uçar
gider, haberi bile olmaz...
Anlaşılan bütün mesele; son nefesimiz dahil, cennete
girmeye ve Cemal-i İlahiyi görmeye layık bir hayat
içinde olma meselesi...
Demek ki Kuranda her şey vardır. Ama herkes hepsini
göremez. Ne kadarını görmeye layık bir iman, ilim,
amel, ihlas, vera ve takva sahibi ise, o kadarını
görebilir. Velhasıl mesele, liyakat kesbetme
meselesidir.
|
Ramazan-ı Şerîf ve Oruç
Yıl: 1998 - Ay: Aralık - Sayı: 154
Oruç ayı olan Ramazan-ı Şerîf, feyizli bir hayatın yaşandığı
mübârek bir mükâfât ayıdır. Nâil olduğumuz sayısız
nîmetlerin kadrini hatırlatan bu ayda, fânî lezzetlerden
vazgeçip bâkî lezzetlere nâil olmanın sırrına, Hakk
Teâlâ'nın emir buyurduğu oruç nîmeti ile kavuşulur.
Oruç, fazîleti ve aslî gâyesi dâimî bir ibâdet şuûru içinde
nefs engeliyle mücâdele etmek ve nefsi baskı altında tutarak
te'sîrini asgarîye indirebilmektir.
Oruç, hayat mücâdelesinde zarûrî olan "sabır, irâde, nefsî
arzulardan uzaklaşma" gibi hallerin tâlimi ile ahlâkî
durumumuzu kemâle erdirir. Yine bu ibâdet, nefsin bitmez
tükenmez arzularına karşı insanın şeref ve haysiyetini
koruyucu bir kalkandır.
Yine oruç; sahibini, azm ü sebât, kanâat, hâle rızâ, metânet,
sabır gibi ahlâkî güzelliklere erdirmenin fazîleti ile
beraber mahrûmiyyet ve açlıkla nîmetlerin kadrini hatırlatır
ve bu vesîle ile yoksulların hallerini düşündürüp onlara
merhamet ve şefkat hisleriyle yüreklerimizi hassaslaştırır.
Şükrân duygularını canlandırır. Bu vasfıyla oruç, sosyal
hayattaki kin, hased, kıskançlık gibi kitleyi huzûrsuzluğa
boğan menfîlikleri bertaraf etmekte en müessir bir ilâhî
emirdir.
Ashâb-ı kirâmın oruca karşı çok büyük rağbetleri vardı.
Onlar, tahammülü güç sıcak günlerde dahî nâfile oruç tumaya
gayret ederlerdi. Bir kısmının, güneş ışığının
yakıcılığından korunacak ölçüde elbiseleri bile yoktu.
Elleri ile güneş ışığından ve sıcaktan korunmaya
çalışırlardı. Bütün bunlara rağmen büyük bir mânevî haz ve
lezzet içinde nâfile de olsa oruçlarını devam ettirirlerdi.
Şakîk-i Belhî buyurur:
"İbâdeti lâyıkıyla îfâ edebilmek, bir san'attır. Onun kazanç
mekânı, halvet; vâsıtası ise açlıktır."
O açlık ki, modern tıpta bile diyet adıyla sıhhatli kalmanın
en birinci şartıdır. O açlık ki, tahammülü en zor olan bir
mahrûmiyyettir. Rivâyet olunur ki, nefis, yaratıldığı zaman
çeşitli iptilâ ve mahrûmiyetlere rağmen Cenâb-ı Hakk'a {REF
Sen sensin, ben benim..} deme cür'et ve cehâletinde bulundu,
ancak ve ancak açlık sebebiyle aczini kabûl etti. Bu
sebepledir ki, irâde terbiyesinde açlığa katlanabilmek kadar
müessir başka bir husûs yoktur. İrâde ise, tabiî ve nefsânî
meyillere karşı koyabilmenin temel şartlarından biridir.
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur:
"İnsanın asıl gıdâsı Allâh'ın nûrudur. Ona aşırı ten gıdâsı
vermek lâyık değildir. İnsanın asıl gıdâsı, ilâhî aşk ve
ilâhî akıldır."
"İnsan, asıl rûhânî gıdâsını unuttuğu ve ten gıdâsına
düştüğü için huzûrsuzdur. Doymak bilmez. İhtirasından yüzü
sararmış, ayakları titremekte, kalbi telaşla çarpmaktadır.
Nerede yeryüzü gıdâsı, nerede sonsuzluğun gıdâsı?!."
"Allâh şehîdler için: {REF Rızıklandılar} diye buyurdu. O
mânevî gıdâ için ne ağız, ne de cesed vardır."
Hazret-i Lokmân, oğluna şöyle nasîhat ederdi:
"Miden doyunca, fikrin uykuya dalar, hikmet susar, âzâlar
ibâdetten geri kalır."
Velîlerden bir zât şöyle derdi:
"Çeşit çeşit yiyeceklerle midesini fesâda uğratan zâhidden
Allâh'a sığınırım."
Âişe -radıyallâhü anhâ-:
"Melekût kapısını açmak için gayret edin!" demişti.
Sordular:
"-Ne ile?"
Mü'minlerin annesi şöyle cevap verdi:
"-Açlık ve susuzlukla!"
Sayılı günlerden ibaret olan oruç, yine sayılı günlerden
ibaren olan hayatımıza incelik, derinlik ve zerâfet
kazandırır.
Çünkü tokluk, nefsânî arzuları tahrîk ederken; açlık, -çok
had safhaya varmadıkça- tefekkür ve tehassüs melekesini
güçlendirir. Bundan dolayı akıl hastalarına ilk tatbîk
edilen tedâvî perhizdir.
Bununla beraber oruç, bir ibâdet olduğundan, sırf o gâye ile
icrâ edilmelidir. Onun faydaları gâye hâline getirilirse,
oruç, ibâdet olmaktan çıkar. Yâni oruçlarımızda mide
dolgunluklarını önlemek, kilo vermek gibi gâyeler
olmamalıdır. Böyle oruçlarda rızâ-yı ilâhî düşünülemez.
Bedenî hareketlerin faydasını kasdederek veya gaflet ve
kasvet-i kalb ile kılınan namazlar bile bu kabîldendir.
İbâdetler, yalnız rızâ-yı ilâhiyyeyi tahsîl gâyesi ile
yapılır. Bu gâyenin gerçekleşmesi için, kalbin seviye
kazanması, hamlıktan kurtulup kemâle erişmesi zarûrîdir.
Ramazan-ı Şerîfte Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve
sellem-'in de tavsıyelerinde yer alan belli başlı birtakım
husûslara dikkat etmek îcâb eder:
a. Kelime-i şehâdet,
b. İstiğfâr ve zikir,
c. Cenneti tahsîl edebilmek için bolca amel-i sâlih,
d. Cehennemden kurtuluş için harâmlardan ve kerâhetten
sakınmak,
e. İmkânlar nisbetinde çokça hayır ve hasenatta bulunmak,
kırık ve mahzûn kalblerin duâsını almak,
f. Oruçlu bir kimseye iftar ettirmek.
Ve emsâli...
Ramazan-ı Şerîf, mü'minlere fazîlet ve olgunluk
kazandırabilecek ilâhî bir rahmet mevsimidir. Oruçlu iken
ağıza bir şey girmemeğe dikkat edildiği gibi ağızdan çıkan
kelâma da dikkat edilmelidir. Dedikodu ve incitmeden son
derece sakınmalı ve orucun fazîletini azaltmamalıdır.
Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:
"Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan
için) bir kalkandır."
Denildi ki:
"(Oruçlu) onu ne ile zedeler?"
Buyurdular:
"Yalan ve gıybetle..." (Nesâî; Mu'cemu'l-Evsât)
Çünkü yalan ve gıybet sahipleri, gündüzleri helâl
yiyeceklerden nefislerini mahrûm bırakarak oruç tutarlar,
ancak yalan ve gıybetleri sebebiyle de insan eti yiyerek
mânen harâmla iftar etmiş sayılırlar. Bu şekilde zâhiren
oruçlu olup mânen gıybet sebebiyle iftar etmiş olanlar
hakkında Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, takvâ ölçülerine göre:
"Gıybet edenin orucu bozulur." demiştir.
Hazret-i Mücâhid de, aynı hassâsiyete binâen:
"Gıybet ve yalan orucu bozar!" buyurmuştur.
Yâni gıybet edip yalan söyleyerek oruçlarını mânen
sakatlayanlar, orucun asıl matlûb olan bir kısım yüksek
fazîletinden tamamen mahrûm kalırlar.
Bunun içindir ki, dünyâ gâyeleri ile bulandırılmış, riyâ,
gösteriş ve gafletle kirlenmiş oruçlar ve namazlar hakkkında
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz
şöyle buyururlar:
"Nice oruç tutanlar vardır ki, kendisine orucundan kuru bir
açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih
ve teheccüd) kılanlar olur ki, namazlarından kendilerine
kalan yalnız uykusuzluktur." (Taberânî)
Namazlar, bilhassa gece namazı olan terâvih ve teheccüdler,
kalbe huzûr sağlamalıdır. Bu mübârek ayda namazlara daha da
itinâ etmeli, Kur'ân-ı Kerîm'i huşû ile okumalı, zikirle
rûhumuzu inceltmeli, zekât ve sadakalar ile de, vicdan
huzûruna kavuşmalıyız. Kur'ân-ı Kerîm Ramazan ayında dünyâ
semâsına indirildiği için bu mübârek ayda Kur'ân terbiyesine
girmeli, o istikâmette ibâdetler değerlendirilmelidir.
Kur'ân-ı Kerîm, asıl kalble okunur. Gözün vazîfesi, kalbe
gözlük olabilmektir.
Ramazan-ı Şerîf'in diğer bir kıymeti de mü'minlere feyz ü
bereket dolu bir Kur'ân hayatı yaşatması bakımından mütâlaa
olunmalıdır.
Ramazan-ı Şerîf, oruç ve Kur'ân arasında ince bir râbıta ve
derin bir yakınlık vardır. Hayat ve ölüm öğütlerini, Kur'ân-ı
Kerîm'den başka hangi salâhiyetli kürsüden dinlemek
mümkündür?
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
"Oruçla Kur'ân, kıyâmet gününde kula şefâat edecektir. Oruç,
sabrın yarısıdır." buyurmuşlardır.
Orucun ecri Cenâb-ı Hakk katında mahfûzdur. Hadîs-i kudsîde
buyurulur:
"Âdemoğlunun her amel ve hareketi kendisine âiddir. Oruç ise
böyle değil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem
ve bütün beşerî sıfatlardan münezzehim.) Dolayısıyla ben,
onun mükâfâtını (husûsî bir şekilde) bol bol vereceğim."
Bu hadîs-i kudsînin ardından Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi
ve sellem-, şöyle buyurdular:
"Oruçlunun sevineceği iki ferâhlık vardır:
1. İftâr ettiği zaman (Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerine kavuştuğu
için) sevinir.
2. Rabbine kavuştuğunda da orucu berekâtıyla nâil olduğu
yüksek derece için sevinir." (Buhârî)
Görüldüğü üzere Cenâb-ı Hakk, oruca olan rağbeti beyânın
yanında ona vereceği mükâfat ve karşılığı, beşerin oruca
olan rağbetini te'mîn zımnında saklı tutmuştur. Tıpkı bir
müsâbakada câzibeyi artırmak için saklı tutulan çok büyük
bir mükâfat gibi...
Oruç, nîmetlerin kadrini bildiren, şükrân hisleri uyandıran,
yoksulların, çâresizlerin hâlinden anlama şuûru veren,
nefsânî arzu ve temâyülleri bertaraf eden, maddenin
esâretinden kurtarıp "sabır" denilen en yüksek ahlâkî bir
meziyyete eriştiren bir ibâdettir.
Ramazan-ı Şerîf orucu, terâvih namazı, sahur ve seher
uyanıklığı bakımından çok mühimdir. Hadîs-i şerîfde
buyurulur:
"Allâh -celle celâlühû-, size Ramazan-ı Şerîf orucunu farz
kılmıştır. Ben de gece namazını, terâvihi sünnet kıldım.
Eğer bir kimse îmânlı bir yürekle ve sevabına ermek emeli
ile Ramazan-ı Şerîf orucunu tutar, terâvih namazını kılarsa,
anadan doğduğu gibi günâhlarından kurtulur."
Hâli ile oruç ve namazın îfâsının kabûlünde kalbin seviye
kazanması, yâni "huşû" şarttır. Namazlar, sür'atli kılınarak
bir hazım vâsıtası olmamalıdır.
Ramazan-ı Şerîf'in hakîkatine erebilmek için o mevsime
mahsûs olan gufrân yağmurlarından istifâde zarûrîdir. Zîrâ
taşa veya denize yağan nisan yağmurunun hiçbir fâidesi
yoktur. Ancak takvâ neş'esiyle bu şükrân ve gufrân faslının
tadını çıkarabiliriz.
Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:
"Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır; cehennem
kapıları kilitlenir; şeytanlar zincire vurulur." (Buhârî,
Müslim)
Yâni beşerî suçlar ve günâhlar, gerçek oruç tutanlarda en
asgarî bir seviyeye iner. Şeytanın şerri de biter. Ancak
nefsin şerrine dikkatli olmak gerekir...
Hadîs-i şerîfte buyurulur:
"Cennet seneden seneye Ramazan için süslenerek şöyle der:
{Allâh'ım! Bizim için bu ayda kullarından bizde kalacak
insanlar kıl!..}......" (Taberânî)
Yine Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:
"Oruç tutunuz ki, sıhhat bulunuz!" (Taberânî)
"İftarı acele ediniz; sahûru geciktiriniz!.."
Oruçlarımızı sakatlayacak ihmâllerden kaçınmak îcâb eder.
Öfkeden şiddetle uzaklaşmalıdır.
Hadîs-i şerîfde buyurulur:
"Oruç, sadece yemek, içmek vesaireden kesilmek değildir.
Kâmil ve sevablı oruç, ancak faydasız laftan, boş vakit
geçirmekten, kötü söylemekten (dedikodudan) ve nefs-i
emmârenin bütün temâyüllerinden vazgeçmektir. Şâyet biri
sana söver, yahut sana karşı câhilce herhangi bir harekette
bulunursa, kendi kendine: {_F deüphesiz ki ben oruçluyum!}
de; sabret!" (Hakim , Beyhakî)
Zîrâ Ramazan-ı Şerîf'in bir adı da {_F feehru's-sabır}dır.
Sabır, güzel ahlâkın ağırlık merkezidir. Îmânın yarısı,
ferah ve seâdetin anahtarıdır. Cennet nîmetlerine kavuşturan
büyük bir nîmettir.
Dîn ve ahlâkda sabır, hoşa gitmeyen ve ızdırap veren
hâdiseler karşısında muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmek,
Hakk'a teslîm olmakdır.
Enbiyâ ve evliyâ, sabırla Allâh'ın yardımına nâil oldular.
Onlar bizim yüksek örneklerimiz olmalıdır.
Sabrın dünyevî tarafı acı, âhıret tarafı çok parlaktır.
Sabrın acılarını sîneye çekenler, ebediyyet devleti olan
cennete ve Allâh'ın rızâsına kavuşurlar.
Her hâlukârda Allâh'ın emir ve yasaklarındaki nîmet, hikmet
ve ilâhî mükâfâtları düşünmek, sabrı kolaylaştırır.
Sabrın ilk şartı da, hâdise ile ilk karşılaşma zamanında
olmasıdır. Tavı geçmiş bir sabrın, fazla bir mükâfâtı
yoktur.
"Sabûr" ism-i şerîfinin en güzel tecellî merkezi
peygamberler ve evliyâullâhdır. Nitekim onlardan bizlere
intikâl eden en güzel ahlâk-ı seniyyeden biri olarak varlık
ve darlık zamanlarında sabır, çok mühimdir.
***
Oruçlarımızı Allâh -celle celâlühû- beraberliğinde tutmamız
için "sahur, terâvih, zikir, Kur'ân ve duâ" gibi mânevî
istinadlardan lezzet almak îcâb eder.
İftar zamanı da, duâların kabûl olduğu ince bir vuslat
demidir. Bunun içindir ki, bu heyecanlı anların birlikte
yaşanması da ayrıca bir rahmet ve huzûr kaynağıdır. Hazret-i
Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:
"Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun ecri gibi
-oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeden- ecir alır." (Tirmizî)
Bu müjdeyi duyan ashâb-ı kirâmın fakîrleri, Rasûlullâh -sallâllâhü
aleyhi ve sellem-'e gelerek kendilerinin zenginler gibi
oruçluyu doyuracak derecede iftâr yemeği vermeye güçlerinin
yetmediğini hüzünle arzettiklerinde de Allâh Rasûlü -sallâllâhü
aleyhi ve sellem-, şöyle buyurdular:
"Kim bir oruçluyu bir hurma ile iftâr ettirirse veya bir
içecek su ile veya tadımlık bir süt ile iftâr ettirirse,
Allâh Teâlâ, ona aynı sevabı verir."
***
Nâfile oruçlarda ayrı bir hassasiyet vardır. Zîrâ has
kulların amelinin esası sıdktır. Bu da, niyyetin hâlisiyyeti
ve nefsin tezkiyesi nisbetindedir.
Bu husûsda gerek nâfile oruç tutmak, gerek oruçsuzluk, gerek
oruç tutmayanların ısrarı ile nâfile orucu bozmak, gerekse
bozmamak şeklinde sağlam bir niyete bağlı olan her amel
efdaldir.
Ebû Saîd -radıyallâhü anh- anlatır:
"Ben Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbı için
bir yemek hazırlamıştım. Yemeği kendilerine takdîm edince,
aralarından bir kimse çıkıp {REF Ben oruçluyum!} dedi. Bunun
üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
"-Kardeşiniz sizi çağırdı ve sizin için hazırlık yaptı.
Şimdi sen "oruçluyum" diyorsun. Orucunu boz ve onu bir başka
gün kazâ et!» buyurdu." (Tirmizî, Ebû Dâvûd)
Orucu bozmamakla alâkalı rivâyet ise şöyledir:
"Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbı, Bilâl -radıyallâhü
anh-'ın oruçlu olduğu bir mecliste yediler ve içtiler.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
{ Biz rızkımızı yiyoruz.. Bilâl'in rızkı ise cennettedir.}
buyurdular." (İbn-i Mâce)
Bu hadîs-i şerîfler gösteriyor ki, niyet ve kalbin durumuna
göre nâfile orucu îcâb ettiğinde bozup bozmamak husûsunda
her iki davranış da câizdir.
Amellerin değerlendirilmesi Allâh'a âiddir. Ömrün hayırlısı,
O'nun yanında geçen ve O'nun uğrunda harcanandır. İnsan,
mezara indirilirken fânî hayatın ancak hâtıraları ile
gömülecektir. Mezarlar, amel-i sâlihden başka hiçbir şeyin
giremediği mekânlardır.
Allâh rızâsına uygun düşmeyen bir hayat, çöllerdeki
seraplara benzer. Hakîkatten nasîbsiz hayâlden ibârettir.
Hadîs-i şerîfde:
"Mü'min öldüğü zaman, namazı baş ucunda, sadakası sağında,
oruç göğsünde bulunur." buyurulması, bunun en güzel bir
delîlidir.
Allâh'ın sonsuz kereminden umulur ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü
aleyhi ve sellem-'in buyrukları sebebiyle bizlerin mübârek
Ramazan ayının biraz daha fazla kıymetini bilmemize, ona
daha fazla değer verip daha fazla sevap işlememize ve daha
az günâha girmemize sebep olur.
Hadîs-i şerîfde buyurulur:
"Eğer insanlar, Ramazan-ı Şerîf'in ne olduğunu lâyıkıyla
bilselerdi, senenin tamamının Ramazan olmasını arzu
ederlerdi."
Günlerimiz mübârek, Ramazan-ı Şerîf'imiz makbûl olsun!..
İstikbâl mü'minlerindir...
|