İSLÂMÎ ÇOĞUNLUĞUN
KABUL ETMEDİĞİ TARİKATLAR |
|
ACARÎDE |
Büyük
günahkârları dinsiz sayarlar. Kur’an’daki
“Yusuf Sûresi” ni kabul etmezler.
Savaşmayanları eğer Müslümansalar düşman
görmezler. Aslında bir mezheptir ve 10-15
kola ayrılmıştır. Alevîlere düşmandırlar. |
|
AHMEDÎLER |
Aslında bir
din’dir ama İslâm’dır. Gulam Ahmet’in
peygamber olarak yeni bir kitap getirdiğine,
Tanrı’nın bir Mehdi göndereceğine, İsa’nın
120 yaşında Keşmir’de öldüğüne inanırlar.
Sonraları ikiye bölündüler, Hindistan’ın
İngilizler’in elinde kalmasını
desteklediler. Ahmedîlik, Afrika ve
Hindistan’da yaygındır. Kurucusu Gulam
Ahmet, 19. Yüzyıl sonunda yaşadı. Tutucu
İslâm’a göre, İngilizler tarafından
alternatif olarak oluşturulmuştur. |
|
AHNESÎYYE |
Aslında siyasî
bir partidir. En önemli inançları, ölüler
için iyilik yapılamayacağı, sadakanın
gereksizliği, ölüm törenlerinin
geçersizliği. Yani başkaları için bir şey
yapılmaz. |
|
AZRAKÎYYE |
Hz.Ali’ye
karşıdırlar, ona uyanlara kâfir,
çocuklarının öldürülmesine helâl derler. |
|
BABAÎLİK |
Bir Türk
mezhebi. İslâm’dır ama geleneksel İslâm’a
aykırı bulunur. Bir anlamda, eski Türk
inancı olan Şamanizm’in uzantısıdır, İslâm’a
alışamayanları temsil eder. Kurucusu Baba
İshak ’ın peygamber olduğuna inanırlar,
Bektaşîlik, bu inançtan türemiştir.
13.Yüzyılda siyasî çizgisi yüzünden Anadolu
Selçukluları’na isyan eden Babaîler büyük
savaşlara neden oldular. |
|
BABÎLiK |
Tarikat
görünümünde, yeni bir İslâm dini gibidir; 19
sayısının kutsallığına inanma; takvimlerinde
yıl 19 ay, aylar ise 19’ar gündür. Tarikatı
19 kişilik bir kurul yönetir, her 19 günde,
19 kişinin doyurulması gerekir. Her yıl 19
gün oruç tutulur ve malların beşte biri
vergi verilir. Her gün kutsal kitapları olan
“Beyan” dan 19 sayfa okunur. 19.yüzyılda
İranlı Muhammed Bâp tarafından
kuruldu. Daha sonra Bahaîlik ve Ezelîlik
diye ikiye ayrıldı. |
|
BAHAÎLİK |
Bütün dinleri
birleştirme iddiasındadır. İslâmî reform
olarak da öne sürülür. Dünya çapında
yayılmıştır. Tüm dinler aynı gerçeği
anlatırlar, biçimsel ayrılıklar yok
edilmelidir. Kutsal kitapları olan “ El
Dürrü Behiyye ”nin içeriği daha
çok Hristiyan öğretisine yakın görülür. Din
adamları ve törenleri yoktur, sadece
toplantı yerleri vardır. Amaç, evrensel
barışı sağlamaktır. Merkezleri Hayfa’dadır
ama Amerika, Almanya ve Avustralya gibi
ülkelerde etkin ve de yaygındırlar. |
|
BEDREDDÎNLiK |
Türk bâtınî
inancı. Dinsel-siyasal bir içerik taşır. Din
ve mezhep ayrılıklarına karşıdır, eşitliğe
ve mal ortaklığına dayanan bir devlet
düzenini amaçladı. Ortaklık ilkesi sadece
mal için geçerlidir, kadınların ortak mal
gibi kullanılmasına şiddetle karşı çıkılır.
Cennet, cehennem birer hayâldir; gerçekte
ibadetin koşulu ve biçimi olmaz. Kıyamet
olmayacaktır ve yeniden dirilme yoktur.
Bedreddin’lik, çağının ötesinde olarak
tanımlanır. Kurucusunun yazmış olduğu
“Varidat” adlı kitap kutsal değil, öğreti
kitabıdır. 15.Yüzyılda Anadolu’da aslında
bir Selçuklu prensi olan Simavnalı Şeyh
Bedrettin tarafından kuruldu. Şeyh
Bedreddin, Osmanlı yönetimi tarafından idam
edildi. |
|
BEKTAŞÎLİK |
En tanınmış
Türk tarikatıdır. Yasevizm ve Babaizm’den
kaynaklanır. Türk ruhunda sönmeyen Şamanizm
özleminden doğarak, Sünnî Müslümanlara bir
tepki olarak kabul edilir. Eşitlik,
kardeşlik ve ortaklık gibi bâtınî görüşler
içerir, Ahîlik’ten de etkilenmiştir. Gizli
ve dışa kapalı bir tarikattır, sırları
vardır, gereken bilgi ve olgunluğa ulaşan
kişiye “Kutup” adı verilir. Kutup, değirmen
taşı anlamındadır, evren kutupların
çevrsinde döner. Abdallar, Beyler, Yediler
ve Üçyüzler diye rütbeler vardır. Tarikatın
en ilginç yanı 700 yıl boyunca sürmesi ve
hiçbir kola ayrılmamasıdır. Ritüelistik
olarak, Masonluğa çok benzer veya
etkilemiştir. 13.yüzyılda Hacı Bektaş
Veli ve halifesi Balım Sultan
tarafından kurulmuştur. |
|
CAHÎZZİYE |
İslâm’da
Akılcılık (Rasyonalizm) akımı olan
Mütezîle’nin bir kolu olarak tanımlanır.
Akla aykırı olana inanılmaz, bilgiyi Tanrı
öğretmez, çünkü bilgi doğaldır ve
zorunludur, insan bir şeyi kendi yeteneği
ile bilir, iyilik ve kötülük Tanrı’dan değil
insandandır, çünkü insanın hür iradesi
vardır. Çok geniş bir felsefe ve
Tanrıbilimcilik içermektedir. 868’de
Cahiz tarafından kurulmuştur. |
|
CAMÎLER |
Türk tarikatı.
Şaraba, raks etmeye ve saz çalmaya
düşkünlükleriyle tanınırlar. Sonradan
Bektaşiliğin Içinde kayboldular. |
|
CEBERRÎYE
~
CEHMÎYYE |
Eylemin Tanrı
tarafından geldiği inancını taşır. İnsanla
doğa aynıdır, tüm evrende olup bitecekler
Tanrı tarafından önceden bilinmiştir. Hiç
kimse yaptığından sorumlu değildir.
Kadercilik olarak kabul edilebilir. Sünnîler
tarafından sapkınlık olarak nitelendirilir.
745’te Cehm bin Safvân tarafından
kuruldu. |
|
CUBBAÎYYE |
Mütezîle kolu.
Garip bir tarikattır; Tanrı’nın insana itaat
ettiğine inanılır. Başkasının dileğini
yerine getiren iradeye uymuştur, kulunun
isteğini yerine getiren Tanrı, kuluna itaat
etmiştir. |
|
DEHRÎYYE |
Aslında bir
felsefe okuludur. Tanrı yaratıcı değildir,
doğa başsız ve sonsuz bir devinimdir,
melekler ve şeytan yoktur, rüya yorumuna ve
büyüye inanılmaz, akılsal bilginin
duyulardan kaynaklandığına inanılır. |
|
DÜRZÎLİK |
Aslında Fatimî
Halifesi Hakim Biemrillah’ı Allah sayan bir
inançtır. Tanrı, yedi imamdan sonra dünyaya
inmiş ve Halife’nin kişiliğinde yaşamıştır.
Dürzîler'in Hristiyan olduğu da ileri
sürülür. Tanrı’nın sayısız kez insan olarak
dünyada göründüğüne inanılır. Bir gün
yeniden dünyaya gelecek ve Dürzî olmayanları
cezalandıracaktır. 11. Yüzyılda Suriye’de
Anuştigin Derezi tarafından
kurulmuştur. |
|
EBADÎLİK |
Hz.Ali’ye
karşı şeriatçı bir tarikattır. Kadercidirler
ve kendileri dışında herkesi kâfir sayarlar. |
|
EŞREFÎYYE |
Kaadirîliğin
kolu. Altı yıl, bir gün tutup, bir gün
tutmadan Hz.Davud orucu tutulur, halkla
ilişkiye girilmez. 14.Yüzyılda Anadolu’da
Eşrefoğlu Abdullah tarafından
kurulmuştur. |
|
GAALÎYYE |
Hz.Ali’yi
kabul eden Şiî mezhebi. Şeriata karşıdır,
haramlar reddedilir, ölülerin dirileceğine
ve ruhların beden değiştirdiğine inanılır.
Çok güçlü bir Hz.Ali fanatizmi içermektedir. |
|
GURABÎYYE |
İslâmî ama
sapkın kabul edilen inanç. Çok garip bir
inançtır. Hz.Ali ile Hz.Muhammed
birbirlerine çok benzediklerinden haberci
melek Cebrail ikisini karıştırmış ve
peygamberliği yanlışlıkla Hz.Muhammed’e
bildirmiştir. Asıl peygamber Ali’dir |
|
GÜLŞENÎYYE |
Sünnî ve
çileci tarikat. Halvetîlik ile,
Mevlevîlik’in birleşimidir. 16.Yüzyılda
Diyarbakır’da İbrahim Gülşenî
tarafından kurulmuştur. |
|
HALEFÎYYE |
Savaşmamakla
tanınırlar, çünkü imamları yoktur, başkaları
cehennemliktir. |
|
HALLACÎYYE |
Tanrı insanda
belirmiştir. “Enel Hak - Ben Tanrı’yım” ve
“Fena fillah – Tanrı’da yok olma” inancı
geçerlidir, insan kendi benliğini yok ederek
Tanrı olmalıdır, yaratanla yaratılan aynı
şeydir, görünen yaratanın çeşitli
görünüşleridir. Mansur’un Hegel’ci düşüncesi
çok geniş bir öğretidir. 9.Yüzyılda
Hallacı Mansur tarafından kurulmuştur. |
|
HAMMARÎYE |
Garip bir
Mütezîle kolu. Maymunlar ve domuzlar önce
insandılar ama Tanrı onları
cezalandırmıştır, insanlar hayvan
yaratabilirler, Tanrı kötü şey yaratmaz bu
yüzden şarabı Tanrı değil, insan
yaratmıştır. |
|
HAŞEVÎYYE |
Tanrı insana
benzer ve organları vardır, dünyaya gelecek
ve insanları ziyaret edecektir, ahirette
Tanrı görülecektir. |
|
HAŞHAŞÎYYE |
Ünlü Hasan
Sabbah’ın tarikatı. Müritlerini haşhaşla
uyutup, dilediğini yaptırıyordu, 5.yüzyılda
fedailerden oluşan bir terör örgütü
kurmuştu. Sabbah, her akıl başka düşünür ama
bağlılık mürit için esastır diyordu. 1100’de
Hasan Sabbah tarafından kuruldu,
1124’de Hülagû Han tarafından yok edildi. |
|
HATTABÎYYE |
Ruh göçü
vardır, İmam İsmail Tanrı olarak dünyaya
gelecektir. |
|
HENSELÎYYE |
Bir Fas
tarikatı. Kendilerini döver ve dövdürürler.
Tanrı’ya dövülerek yaklaşılır, cinlerle
ilişki kurmak mümkündür, bu şekilde
hastalıklar iyileştirilip, büyüler
bozulabilir. |
|
HİŞAMÎYYE |
İslâm
dogmalarına karşıdır; akla aykırı inançları
reddeder, inancı olmayıp sapanlara Tanrı’nın
neden yol göstermediği sorulur ama mezhepten
olmayanların malları ve canları helâldir. |
|
HULMANÎYYE |
Tanrı güzel
insanlara görünür, en güzel olarak insanı
yaratmıştır ve en güzel insanlar günah
işlemezler çünkü Tanrısaldırlar. |
|
HURÛFÎLİK |
Harflerden
anlam çıkaran tarikat. Pitagorasçılığa ve
Musevî Kabalizmi’ne dayanır. Amaç insanı
açıklamaktır. O zaman Tanrı da açıklanır. |
|
HURREMÎLİK |
Toplumcu
siyasî-dinî tarikat. Haramı helâl sayarlar,
tüm İslâm yasaklarını reddederler. |
|
İBADÎYYE |
Haricîlik’in
bir kolu, Doğu Afrika, Libya ve Cezayir’de
yaygındır. Başkalarını kâfir sayarlar. |
|
İLHAMÎYYE |
İlhamla gelen
bilgilere önem verme; bu tarikat Kur’an’ı
reddeder, çünkü Kur’an ilhamla yazılmayıp,
vahiyle yazılmıştır. İlham doğrudan
Tanrı’nın içe doğdurmasıdır ama vahiy aracı
gerektirir. |
|
İSAVÎYYE |
Rufaîlik’in
kolu; cinlerle ilişkiye inanılır, ağızlarına
ateş sokar, cam yerler, kızgın şişleri
vücutlarına batırırlar. |
|
İSMAÎLLİK |
Hz.Ali’nin
torununun oğlu İsmail’i imam kabul eden
mezhep. Gaalîyye ve Haşhaşîyye bu mezhepten
doğmuştur. Halen Hindistan’da yaşarlar ve
liderlerine Ağa Han denir. Siyasî
yönü ağırlık taşır. |
|
KAABÎYYE |
Mütezîle’nin
kolu. Tanrı, görez, işitmez ama görmeden ve
işitmeden her şeyi bilir ve kulları için
daima en iyiyi yapmalıdır. 10. Yüzyılda
Abdul Kasım al-Kabi tarafından
kurulmuştur. |
|
KADERÎYYE |
Kaderciliği
reddeden Mütezîle kolu, akılcılık önde
gelir, insanlar kendi eylemlerini yaratacak
kadar güçlüdürler. Tanrısal ceza veya ödül
ancak insanın eylemlerinde özgür olmasıyla
mümkündür, aksi halde Tanrısal Adalet olmaz. |
|
KALENDERÎYYE |
Melamîlik’in
kolu, mal ve mülke önem verilir, kafada saç
ve kaş dahil tüm kıllar traş edilir, kadın
veya erkek her güzele tapmak, Tanrı’ya
tapmak demektir. |
|
KAZERÜNÎYE |
Türkiye’de
etkin olmuş olan Sünnî tarikat. Amaç,
Müslüman olmayanları, Müslüman yapmak için
savaş yapmaktır, balıkçılar ve satıcılar
için Şeyh Kazeruni’nin mezar toprağı kutsal
sayılır. Halen etkin değildir. |
|
KERRAMÎYE |
Mezhep de
sayılır. Tanrı cisimdir ve gökte oturur,
Tanrı’yı bilmek için şeriata gerek yoktur,
daha önce de akıl yoluyla bilinebilir.
Siyasî yönü yoktur. |
|
KEŞFÎYYE |
Tanrısal
gerçekler ancak sezgiyle kavranılır yani
bilgi akıl yoluyla elde edilemez. |
|
KIZILBAŞLIK |
Bir Şiî kolu,
kızıl külah ve hırka giydikleri için bu adı
almışlardır. Tanrı-Hz.Muhammed-Hz.Ali
üçlüsünü tek kabul ederler, yani Tanrı
Muhammed ve Ali olarak görünmüştür,
dürüstlük ve doğru öncelik taşır, Kızılbaş
doğmayanlar Kızılbaş olamaz. Pir olarak
Şeyh Safiyeddin Haydar kabul
edilir. |
|
KUŞADAVÎYYE |
Halvetîlik’in
bir kolu, tüm dinî törenler ve kurallar
yasaktır, hatta dergâh, zikir gibi olaylar
dahi kabul edilmez. 18.Yüzyılda Kuşadalı
İbrahim tarafından kurulmuştur. |
|
MANSURÎYYE |
Şia tarikatı,
kurucusu Ebu Mansur, kendisini
Tanrı’ya benzetir ve göğe çıkıp Tanrı’yla
konuştuğunu iddia eder. Diğer Müslümanlar
tarafından küfürcü olarak tanımlanırlar.
|
|
MATURÎDİYYE |
Matüridîlikte İman, Allah, Peygamberlik
Anlayışı
Matüridi ehli sünnet diye adlandırılan
akaidi mezhebidir, diğer ehli sünnet mezhebi
ise Eşarilik olarak adlandırılmıştır. Diğer
itikadı mezhepler, Mutezile ve Cebriye dir.
Bütün ameli mezheplerin ortak itikadı
inanışı bu dört akaidi mezhep
doğrultusundadır.
Matüridî'nin İslâm ilâhiyatının
meselelerinden iman, Allah, Peygamberlik
konularındaki görüşlerini kısaca ele
alırsak:
İman tanımı Matüridîye göre iman;
"kalp ile tasdik dil ile ikrar" (açıkça
söyleme) dır. Diliyle ikrar ettiği hâlde
kalbiyle tasdik etmeyen kimse mümin
değildir. Kur'an-ı Kerîm'de, "İnanç, henüz
gönüllerinize yerleşmedi" (Hucurat
suresi/14) ayetiyle imanın kalp ile ilgili
olduğuna işaret edilir. Ayrıca, "İşte Allah
imanı bunların (gönüllerine), kalplerine
yazmış...(Mücadele suresi/22) ayetinde de
iman kelimesi kalbe izafe edilmiştir. Bu
durumda imanın gerçek rüknü "kalp ile
tasdik" tir. İman, tasdik etme, onaylamadır.
İman tasdik olunca, aksi de tekzip yani
inkâr ve yalanlama olacaktır. Tekzib,
düzeltme değil de sadece "inkâr" niyetiyle
ifade ediliyorsa bunun anlamı da (dinî
yönden) küfür'dür.
Matüridî, Kitab üt-Tevhid adlı eserinde
"İmanın kalp ile tasdik veya marifet olduğu
meselesi" başlığı altında, sadece bilmenin
iman için yetersizliğini anlatır. Zira bir
şeyin mahiyetini bilmek onu tasdik etmek
anlamına gelmez. Bu sebeple kalpteki iman
bilmekten başka bir şeydir. Yani, kalpteki
iman ile bilmenin (bilginin) mahiyetleri
ayrıdır. Ancak bilgi, kalple tasdikin
meydana gelmesinde önemli rol oynar. Zira
cehalet de bazan inkârcılığın sebebi
olabilmektedir.
Matüridî'ye göre hürriyet, îman ve küfrün
varlık şartıdır. Yani iman ve küfür tercihle
olur.
İman-amel İlişkisi Genellikle
ilmihal kitaplarında kullanılan amel
kelimesi; "yapılan iş, fiil, bir kişinin
dinin emirlerini yerine getirmesi için
yaptıkları" anlamındadır. İmam Şafiî 'nin
aksine Matüridî iman ile ameli birbirinden
ayırır. Amelin imandan bir parça olması ve
imanın artıp eksilmesi konusunda Matüridî,
görüşlerini benimsediği Ebu Hanife 'ye uyar.
Ebu Hanife ve Matüridî'ye göre iman ve amel
ayrı şeylerdir. Çünkü bir ayette ( Ve men
yu'min b'illahi ve ya'mel salihen)
"...Allah'a iman eden ve yararlı iş
işleyen...(Talak Suresi/11)" buyruğuyla
imanı amelden ayırmış, "yararlı iş işleyen"
ifadesi "iman eden" ifadesinden ve ile
ayrılmıştır. Ayette geçen imandan maksat,
kalp ile tasdik tir.
Matüridî'ye göre adam öldürmek, zina etmek,
içki içmek... gibi büyük günahlar (günah-ı
kebair) da mümini imandan çıkarmaz. Allah'a
ve emirlerine-yasaklarına-inanan kimse
bunlara uymaz, bunları uygulamazsa dinden
çıkmaz, günahkâr olur. Günahkâr olan kimse
tevbe ile kurtulabilir. Allah Kur'an-ı
Kerîm'inde, "'Sizi yaratan O'dur, kiminiz
inkârcı (kâfir), kiminiz mümindir. Ey
inananlar! Mutluluğa ermeniz için hepiniz
tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün"
ayetleriyle müminlerin, işledikleri
günahlardan tevbeyle affedileceklerini
müjdeler. Yani, Allah'ın emirlerini
uygalamayan veya uygulayamayan müminler
günahkâr olurlar. Kâfirlik (küfr) ise
yalanlamayla, inkârla olur.
Allah'ın Varlığı ve Bilinmesi
İslâm dininde iman esaslarının
başında Allah 'a iman gelir. Mümin ; öncesi
ve sonrası olmayan (ezelî ve ebedî), her
şeyi yoktan var eden ve zât'ı, sıfatları ve
fiileri yönlerinden bir olan Allah'a imanla
yükümlüdür.
Allah'ın varlığı, 'Birliği (tevhid),
yaratıcılığı konusunda birçok ayetler
vardır: (En'am suresi/101; Zumer suresi/62;
Bakara suresi/117; Âl-i imran suresi/189;
Maide suresi/18, 40, 120... gibi).
Allah'ın varlığı ve Birliği mantık
kurallarıyla da (akılla) ispatlanabilir.
Kâinattaki varlıkların hareketlerini
düzenleyen, bir nizam ve âhenk içerisinde
bulunmalarını ve her birinin ayrı ayrı ve
diğerlerine zarar vermeksizin görev
yapmalarını sağlayan, her şeyin üstünde bir
varlık var ki, O da, eşi ve benzeri olmayan
Yüce Tanrıdır.
Allah'ın zât'ına ve fiilerine ait sıfatları
vardır ve bu sıfatlar Allah'ın Zât'ının aynı
da değildir, gayrı da değildir. Allah'ın
sıfatları sonradan yaratılmış da değildir.
Allah'ın Başka bir Kelime ile İfâdesi Allah'a, O'nu yaratılmış
varlıklara benzetmeye götüren isim koymak
uygun değildir. Çünkü O, Kur'an'da
belirtildiği üzere hiçbir şeye benzemez.
(Şûra suresi/11). Matüridî, "dengi ve
benzeri bulunan bir şey çokluk statüsüne
girer ve iki sayısı ile başlar. O'na nispet
edilebilecek bütün yaratılmışlık
kavramlarının ve nitelendirilebileceği bütün
sıfatların, yaratılmışlara nispet edildiği
ve nitelendirildiği takdirde anlaşılabilecek
bir manâ ile Allah'a izafe edilmesi bâtıl
olmuştur" der. Bu sebeple Allah'ın,
yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir
isimle, kelimeyle anılması caiz değildir.
Allah'a "Şey" Denilebilir Ebu
Hanife gibi Matüridî de Allah'a Şey
denilmesini câiz görür. Allah'a şey
denmesini gerektiren sebep, cisimde mevcut
olmadığı için bunu kullanmakta sakınca
yoktur. Bunun iki yolla ispatlanması
mümkündür: Birincisi, Kur'an 'da kendisi
için şey kelimesini kullanmaktadır.
(Bakınız: Şûra suresi/11; En'am suresi/19)
Allah 'a şey denilmesi caiz olmasaydı
ayetlerin bu kelimeyi Allah'a nispet
etmemesi gerekirdi. İkincisi, aklî yoldur.
Matüridî burada "örf açısından şey'iyyet
başka değil, sadece varlık ifade (ispat)
eden bir cisimdir... Sabit olmuştur ki bir
varlığa şey nisbet etmek sadece onun zâtının
varlığını ve yüceltilmesini ifade eder.
Allah da buna lâyıktır." ifadelerini
kullanır. Teftazanî Nesefi'nin Akaid'ine
yazdığı şerhde bu konu ile ilgili açıklaması
yer alır.
Ebu Hanife ise Fıkh-ı Ekber adlı adlı
eserinde bu konu ile ilgili olarak şunları
yazar: "Allahu Teâlâ ŞEY'dir. Ama eşya gibi
bir şey değildir. Şey olmasının manâsı;
cisimsiz, cevhersiz, arazsız, hadsiz,
zıtsız, eşsiz, ortaksız ve benzersiz olarak
sabit olmaktır."
Ru'yetullah Matüridî Ahiret'de
Allah'ın görülebilirliğini, yani
ru'yetullahı, savunmaktadır. Kitabındaki şu
cümleyle konuya girer:
"Aziz ve celîl olan Rabbin görülmesi
hakkındaki söz şundan ibarettir: Bize göre
O'nun (Allah'ın) görülmesi gereklidir,
haktır, ancak bu rü'yet idraksiz (yani
sınırsız) ve tefsirsiz (yani bakanın
karşısında olmaktan, belirli aralıkta
olmaktan... münezzeh) olacaktır."
Bilgi, Akıl ve İrade HürriyetiMatüridî,
Kitab üt-Tevhid'inde bilgi ve önemi üzerinde
ısrarla durur. Farklı görüşlere karşı
herkesin kendi görüşünün "doğruluğunu
kanıtlayan karşı durulmaz bir delile sahip"
olması gerekir. Akıl, bilgi edinilmesine
kılavuzluk eder. Bilgi edinme yollarını
Matüridî duyular, haberler (nakiller) ve
akıl olarak belirler. O'na göre bilgi vehbî
(kendiliğinden, doğuştan) olmaz; kesbî
(sonradan kazanılan) dir. Doğru akıl
yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir âdet-i
ilâhiye 'dir. Allah insana akletme, aklını
kullanma yeteneğini, diğer varlıklara bir
üstünlük özelliği, temyiz gücü olarak
bahşetmiştir. Yani insan eşref-i mahlûkat
tır.
Allah'ın mutlak kudreti ile insan kudreti
arasındaki ilişki konusu İslâm düşünürleri
arasında farklı yorumlar yapılmasına sebep
olmuştur. İslâm tarihinin ilk dönemlerinden
itibaren, insanların eylemlerinde hür olup
olmadıkları hep tartışıla gelmiştir. Hattâ
Peygamber zamanında "kader" konusunu
tartışanlara Peygamberin sinirlendiği ve bu
konuda tartışmayı uygun görmediği (Sahih-i
Buharî Kitab üt-Tefsir Bölümü, Hadis Nu.237)
anlatılmaktadır. Ancak, insanoğlunun
kafasını devamlı meşgul eden hürriyet
meselesi onları arayışa sürüklemiştir.
Bazıları olayların, eylemlerin insanların
iradelerine bağlı olmayıp, Tanrı tarafından,
önceden değişmez bir şekilde tespit
edildiğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre
her şey Tanrı'nın emrine bağlıdır; insanın
iradesi, çabası ile değiştirilemez. Kulların
eylemleri (fiilleri) kendi iradelerine,
isteklerine bağlı değil, ilâhî iradeye
tâbidir. Daha açık ifade ile, insanların
eylemleri (fiilleri) doğrudan doğruya
Allah'ın fiilleridir. Böyle düşünen kişilere
İslam Mezhepleri Tarihi'nde Cebriye adı
verilmiştir. Tarihte bu anlayışın babası
olarak Cehm b. Safvan (öl.746) gösterilir.
Bunlara göre insanların yaptıkları ve
yapacakları hiçbir şey kendi iradesi ile
olmayıp, önceden takdir edilmiştir ve
insanlar yapmaya mecburdurlar; yapıp yapmama
hürriyetleri yoktur.
Cebriye mezhebi (fatalizm) karşısında bu
mezheple taban tabana zıt görüşleri ileri
süren bir grup oluştu. Bunlar da kulları,
yâni insanları kendi eylemlerinin halîkı
yâni "yaratıcısı" kabul ediyor ve Kaderiye
Mezhebi ni savunuyorlardı. Başka bir ifade
ile, Kaderiye'ye göre; insanın bütün
eylemleri (fiilleri) Tanrı'nın iradesinden
tamamen ayrı olarak sadece kendi iradesi ile
meydana gelir. Konu (Mezhepler) ile ilgili
tarihçilere göre bu mezhebin kurucuları
Ma'bed el-Cühenî ve Geylân ed-Dımışkî'dir ve
onlar insanın (yani kulun), Tanrı'nın dahli
olmaksızın başlı başına ve hür olarak eylem
(fiil) yaratacak kudrete sahip olduğunu
iddia ederler.
Mutezile mezhebine göre Allah âdildir. Bunun
gereği olarak insanlara irade (Bir şeyi
yapıp yapmama güç ve tercihi) hürriyeti
vermiştir. İnsan hürdür ve kendi
eylemini(fiilini) kendi irade ve isteği
doğrultusunda yapar.
Bütün bu değişik görüşler karşısında oluşan
Ehl-i Sünnet mezheplerinden Selefiye bu
konuları tartışmamayı yeğlediğinden,
Eş'ariye ve Matüridîye mezhepleri görüş
farklılıklarından doğan çelişkileri çözmeye
çalışmışlardır.
Matüridî irade hürriyeti bakımından, insanı
iradesiz robot olarak gören Cebriye ile,
insanın eylemlerinde Allah'ın hiçbir
etkisini kabul etmeyen Mutezile arasında
üçüncü bir yol izler. Zira Matüridî bu bu
konuda Kesb ve halk terimlerini kullanır.
Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan
meydana gelen eylemlerdir. Refleksler,
kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın
kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin
yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil,
"kesb" denilir. Allah'a ait eylem (fiil) de
"kesb" değil, "halk"tır.
Şeriat, Tarikat, İbadetMatüridiliğe
göre din, Allah'ı bilmek ve O'na ibadet
etmektir. Bütün Peygamberler, sadece Allah'ı
bilmeye ve ibadeti de sadece Allah'a has
kılmaya davet etmişlerdir. Yani, bütün
Peygamberler tevhid dinine mensupturlar. Hiç
bir Peygamber kendinden önceki
peygamberlerin dinini reddetmeyi
emretmemişlerdir. Âdem 'den bu yana bütün
Peygamberler aynı dini fakat değişik şeriatı
tebliğ etmişlerdir. Bu ifadelere delil
olabilecek bir ayet-i kerime: "...Sizden her
biriniz için bir şeriat ve bir yol
belirledik. Allah dileseydi hepinizi tek bir
ümmet yapardı. Lâkin size verdiği şeylerde
sizi sınamak istedi. Bunun için iyi işlerde
yarışın.(Mâide suresi/48)"
Matüridi'nin görüşleri doğrultusunda din ile
şeriatın farklılıklarını şöyle
özetlenebilir:
a- Din'de Nasih-Mensuh cereyan etmez. Ama
şeriatda Nesh yani Hükümsüz Kılma mümkündür.
Bütün peygamberler, kendilerinden önceki
peygamberlerin akaid esaslarını (yani
dinlerini) tasdik etmişler, fakat ibadet,
ahlâk ve haram-helâl gibi hususlarla ilgili
farklı emirler getirmişlerdir.
b- Din, kalbin ve inancın fiilidir. Şeriat
ise organların fiili (eylemi)dir.
c- Dinin yargı kalıplarıyla şeriatın yargı
kalıpları farklıdır.
d- Şeriat (yani dini hükümler ve ibadetler)
dinden parça değildir.
e- Dinin kaynağı akıl, şeriatın kaynağı ise;
duyma, işitmedir.
f- Aklı yerinde olan bir kimse dinde mazeret
ileri süremez.
Matüridî, tasavvuf ve tasavvufun
kurumsallaşmış teşkilâtı olan tarikatlara
mesafelidir. Bu, duygusal değil ilmî bir
tavır alıştır. Zira matüridî, tasavvufun
ahlâkiliğini; İslamın, imanın, ma'rifetin
bulunduğu yer olarak Akaid Risalesi'inde,
göğüs, gönül, yürek, kalp... olduğunu kabul
eder. Ancak Matüridî'nin mesafeli duruşu
bilgi kaynakları yönündendir.
Matüridî'ye göre İbadetler Yüce
Allah insanlara iyiyi kötüden, hayrı şerden
ayırt etme gücü (temyiz kabiliyeti), aklını
kullanabilme gücü vermiştir. Allah, aklı
olanları dinî yönden mükellef (sorumlu)
kılmış olup, aklı olmayanlar "İlâhî emrin
sorumluluğu dışındadırlar." Akıl sahipleri
akıllarını kullanmak suretiyle yaratıcı ve
tek olan Tanrı'yı bulmak ve bilmek
zorundadırlar. Ancak, daha önce de
belirttiğimiz gibi Şeriat'ı ve Şeriat'ın bir
bölümü olan ibâdet lerin ne şekilde
yapılacaklarını akıllarıyla belirleyemezler.
Bunları ancak peygamberler vasıtası ile
öğrenebilirler. Matüridî, amel ile imanı
ayrı tutar ve amel ile imanın ayrı şeyler
olduğunu savunur.O'na göre, iman etmek
mutlaka ibadet etmeyi gerektirmez.
|
|
MEHDÎYYE |
En katı
tarikatların başında gelir. Dünyaya egemen
olmak amaçlanmıştır, Cihad yani din için
savaşmak İslâm’ın en üstün şartıdır, bilim
yasaktır ve Kur’an’dan başka tüm kitaplar
yakılmalıdır ve Kur’an’dan sonra sadece
Mehdi’nin sözleri geçerlidir. |
|
MELAMÎLiK |
Tasavvufa
karşı kurulmuş tasavvuf tarikatı. Özel
tarikat bilgisine, şeyhin öğretisine, özel
tarikat giysilerine, zikre ve dinî
törenlere, dergâh ve tekkelere karşıdırlar.
Melamîlik, Sünnî Türkler tarafından
geliştirilmiş Horasan’da kurulmuştur.
“Horasan Erenleri” de denir. Melamîler,
kendilerini kınayıp ve hor gördükleri için
başkalarının da aynı şeyi yapmasını
isterler. Bu şekilde, riya ve gurur yok
edilecektir. Her şeyin Tanrı’dan geldiğine
ve Tanrı’nın bir parçası olduklarına
inanarak ölümsüzlüğün zevkine varırlar.
Melamîlik bir yaşam biçimidir, Kur’an’da
kapalı anlamlar aramazlar aksine daha açık
anlaşılmasını tercih ederler, Keramete
itibâr etmezler, insan kendisiyle uğraşmalı,
başkalarının kusurlarını görmemelidir,
dindarlık bile gizli kalmalıdır.
İki evresi
vardır: |
|
MELAMÎYYE-İ
BAYRAMİYYE |
Melamîlik’in
evresi. Hacı Bayram’ın ölümünden sonra
kurulmuştur. Bu evrede, ilk Melamîlik’te
bulunmayan zikir uygulanır. |
|
MELAMÎYYE-İ
NURİYYE |
Melamîlik’in
son evresi. Daha önce Nakşi ve Halveti olan
Şeyh Seyyit Muhammed Nur tarafından
Mısır’da kurulmuştur. Bu çizgide, Melamîlik
temel ilkesinden çıkmış ve bir tasavvuf
tarikatı olmuştur. İlk Melamîlik’te her
şeyin gönülden uzaklaştırılmasıyla elde
edilen Tanrısal zevk, Nur çizgisinde
basamaklarla elde edilme yöntemine
dönüşmüştür. Nur-i Melamîlik, kuramsal
tasavvufun tipolojisini gerçekleştirirken,
dinsel esnaflık örgütlenmesini
geliştirmiştir. |
|
MERÎSİYYE |
Mezhep de
sayılır, eylemler Tanrı’dandır, inanç dil ve
kalp yoluyla sağlanır, putlara tapmak günâh
değildir ama küfrün alâmetidir. |
|
MEVLEVÎLİK |
Dünyaca ünlü
tarikat. Sünnîdir, Tanrı’nın, Peygamber’in
sözlerine aynen uyulur ve yorum yapılmaz.
Ama Varlıkbirliği’ne inanılır yani Tanrı
Yaratan değil, Beliren’dir. Mevlevîlik bu
noktada Sünnîlik’le çatışır. Mevlevîler
Tanrı’nın her şeyde belirdiğine inandıkları
için, tüm insanları inançları ne olursa
olsun eşit kabul ederler. Mevlâna; “Bizim
yolumuz şu güzel dünyada yaşamak yoludur”
der. Sünnîlerce haram olan, resim, raks ve
müzik Mevlevîlerce uygulanır. Bilgi,
Mevlâna’ya göre insanı tüm varlıklardan
üstün kılar, evrende bilgiye ulaşmış tek
canlı insandır. Yeni Platoncu ve Plotinus’lu
akılcı ve hümanist bir anlayış içinde olan
Mevlevîlik, Tanrı aşkı, raks ve müzikli
tapımla Tanrı’yla birleşileceğine inanır,
böylece Tanrı’dan gelen insan yine Tanrı’ya
dönecektir. Bu birleşim ve Tanrısal buluşma
için dönerek yapılan ve adına “Sema” denilen
bir raks yapılır. Böylece evrensel dönüş
eylemi tekrarlanarak, baş dönmesiyle transa
geçilir. Mevlevîlik’te çile, hizmet edilerek
çekilir. Şeriatçılık, içerdiği öğeler
yüzünden Mevlevîlik’in daima düşmanı
olmuştur. Tarikat, Mevlâna soyundan gelen
şeyhlerle yönetilir. Sema olayının kökeninde
binlerce yıllık Anadolu Kibele ayinlerinin
etkileri vardır. Mevlâna’nın, büyük bir ozan
ve bilge olması nedeniyle Mevlevîlik’in
geleneksel mistik öğretileri bir anlamda
İslâm’da bütünleştirdiği söylenebilir.
Mevlâna’nın oğlu Sultan Veledin
tarafından 13. Yüzyılda Konya’da
kurulmuştur. |
|
MISRÎYYE |
Halvetî
tarikatı; bir çeşit fal olan sayılar ve
harflerle yapılan Cifr yoluyla her şey
bilinebilir. Her şey bilinince de, Mertebe-i
Cünûn’a yani “çıldırma” düzeyine erişilir.
17. Yüzyılda Anadolu’da kendisinin Mehdi
olduğunu iddia eden Mehmet Niyazi
tarafından kurulmuştur. |
|
MUAMMERÎYYE |
Akılcılık
tarikatı; Tanrı kendini bilmez, çünkü
tanıyanla tanınan ayrı şeylerdir. Tanrı
kendini tanısaydı, tanıyanla tanınan aynı
şey olurdu. Tanrı sadece cisimleri ve sadece
insanın bedenini yaratmıştır, insan kendi
insanlığını bizzat oluşturmuştur. |
|
MUHAMMEDÎYYE |
Şiîlik’in
aşırı ucu; Hz.Ali’nin Tanrı olduğu kabul
edilir. Sofuluklarıyla tanınırlar. |
|
MURDARÎYYE |
Mütezîle’nin
mezhebi; Sünnîler tarafından sapıklık olarak
nitelenir, insnların Kur’an’daki sözlerden
daha iyisini yazabileceklerine, Tanrı’nın
yalan söyleyip, kötülük edeceğine inanılır,
çünkü Tanrı her şeye kâdirdir. |
|
MUTEZÎLE |
İslâm’da
Akılcılık akımı; 8. Yüzyılda Hasan Basri’nin
öğrencisi Vasıl bin Atâ tarafından
ortaya atılmıştır. Sünnîlerce kabul edilmez.
Beş ilkeye dayanır;
1. İnsan
özgürdür ve kadere bağlı değildir.
2.
Tanrı’nın kendinden ayrı niteliği
yoktur, başka nitelikler tanımak, başka
tanrılar yaratmak demektir.
3. İnançlı ve
inançsız arasında kabahatlı yani “Fasık”
rütbesi vardır, büyük günâh işleyenler
Fasık’tır, ölmeden önce tövbe ederlerse
mümin olurlar.
4. Kötülerin
cezalandırılması ve iyilerin
ödüllendirilmesi Tanrı için zorunlu bir
iştir. Tanrı’nın yasağını çiğneyen kişinin
yine Tanrı tarafından bağışlanması da akla
aykırıdır.
5. İyi
şeylerin yapılması, kötü şeylerin
yapılmaması akıl ölçütüyle geçerlidir, yani
Kur’an’da yasaklananlar akılla ölçülmelidir.
Mütezîle
inancında Tanrı’nın asla görülemeyeceği
vardır. Mütezîle hareketi, İslâmî düşünce
çizgisinde Tanrıbilim Okulu olarak
düşünülmektedir. |
|
NAİMİYYE |
Hz.Osman ve
taraftarlarını, Hz.Ali’ye karşı çıktıkları
için kâfir kabul ederler. |
|
NAKŞÎBENDİYYE |
Aşırı Sünnî
tarikat; Sürekli ibâdet ve zikr temeline
dayanır. Zikir sessiz ve içten yapılır, üç
kuralı vardır:
1. Zikir
sırasında içten Tanrı’nın dilek olduğu
düşünülür.
2. Zikrin
sayısı bilinmelidir.
3. Zikrederken
soluk kesilip Tanrı’ya bağlanmalıdır.
Yesevîlik’ten
esinlendiği söylenen Nakşîlik, tasavvuftan
öte tutucu bir tarikattır. Çeşitli kollar
türetmiştir. 14. Yüzyılda Buharalı
Muhammed Bahaüddin Nakşîbend tarafından
kurulmuştur. |
|
NECCARÎYE |
Yaratan
Tanrı’dır ama iradesiyle kullanan insandır.
Tanrı günahları bağışlar ama nitelikleri
yoktur. 9. Yüzyılda İran’da kurulmuştur. |
|
NOKTAVÎLİK |
Bir din olarak
da tanımlanır; Araplara karşı İranî siyasete
yönlenmiştir, tasavvufîdır ve Hz.Ali’nin
sözleri kabul edilir. |
|
NUSARÎYYE |
Fanatik bir
Hz.Ali tarikatı. Sembolcüdür ve şarap kutsal
kabul edilir.
9. Yüzyılda Muhammed bin Nusayr
tarafından kurulmuştur. |
|
RAFİZÎLİK |
Hz.Ebubekir ve
Hz.Ömer’i reddederler, Şiîlik’in bir
koludur; Hz.Ali’nin Tanrılığına ve yeniden
dünyaya geleceğine inanırlar. Hz.Muhammed’in
ölümünden hemen önce üç şeyi vasiyet ettiği
söylenmektedir; Peygamber, Arap
Yarımadası’ndan Allah düşmanlarının
çıkarılmasını, elçilere ikramda
bulunulmasını vasiyet etmiş, ama üçüncü
vasiyetini söyleyememiştir. Rafizîler’e
göre, üçüncü vasiyet “Ali’yi halife yapın”
dır. |
|
REVŞENÎYYE |
Afgan
tarikatı; Varlıkbirliği’ne inanılır, aptes
gerekli değildir çünkü her Müslüman zaten
temizdir, namaz kılınırken Kıble’ye dönmek
gerekmez, zira her yer Kıble’dir. Sünnîler
tarafından reddedilir. |
|
SADÎYYE |
Rufaîlik’in
bir kolu; yılanlarla ayinler yapan bir
tarikattır; saçlar uzatılır, üç köşeli
şapkalar giyilir. 18. Yüzyılda Türkiye’ye de
girmiştir.
14. Yüzyılda Suriye’de Sadeddin
Cibavi tarafından kurulmuştur. |
|
SALÎYYE |
İslâmî kökenli
yarı Hristiyan garip bir tarikat; Oruç
tutmazlar ve namaz kılmazlar, cennette yer
satarlar ve satış kağıdını melekler görsün
diye, ölülerin ceplerine koyarlar, özel bir
dille konuşurlar, töreleri ve gizli
inançları hâlâ bilinmemektedir. Musul’da
Sarli adlı biri tarafından kurulmuştur. |
|
SEBEÎYYE |
Şiîlik’in
kollarından; Tanrı’yı her yerde olan ve her
dilden konuşan bir insan gibi düşünürler.
Hz.Ali’yi de Tanrı sayarlar. |
|
SÜHREVERDÎLİK |
Tanrı bir
ışık-nur’dur ve gerçek ancak sezgiyle
anlaşılır. 11. Yüzyılda Şehabettin
Sühreverdi tarafından kurulmuştur. |
|
ŞAHHAMÎYYE |
Mütezîle kolu;
eylemleri Tanrı yaptırabileceği gibi, insan
da yapabilir, Sünnîler tarafından
reddedilmiştir. |
|
ŞEYHÎLİK |
Mezhep de
denebilir, gerek Şiî, gerekse Sünnîler
tarafından reddedilir; Kur’an ve Hadis
yorumları özgündür. 12 İmam, Tanrı’nın
cevheridir ve kısıtlı olan insan Tanrı’yı
ancak bu cevher aracılığı ile anlayabilir.
Cennet ve cehennem birer simgedir, iyilik ve
kötülükler anlatılır. Şeyhîlik’I, ayrı bir
din gibi görenler de vardır. Akılcılığa
dayanmaktadır. 18. Yüzyılda Şeyh İbrahim
Ahsai tarafından kurulmuştur. |
|
UBEYDÎYYE |
Tanrı’ya ortak
koşmak dışında, tüm günâhlar bağışlanır,
Kelime-i Şehadet getirerek ölen kişiye
hiçbir günâh zarar vermez. Tanrı, insana
benzer. 12. Yüzyılda İran’da Şihabeddin
Esterabadi tarafından kurulmuştur. |
|
VAHHABÎLİK |
Hanbelî
mezhebinin uzantısı, dinî-siyasî tarikat.
Gerçekte Sünnî’dirler ama Tanrı’ya aracısız
ibadet edileceğine inanırlar. Peygamberden
yardım istemeyi, evliyaları, türbeleri,
adakları, mezar ziyaretlerini ve tesbih
çekmeyi yasaklarlar. Kendileri dışındaki tüm
Müslümanların kâfir sayılarak öldürülmesine
inanırlar. 18. Yüzyılda Arabistan’da
Abdülvehhab bin Muhammed tarafından
kurulmuştur. |
|
YEZÎDİLİK |
Ayrı bir din
olarak da kabul edilir. Klâsik İslâm’a ve
Sünnîler’e karşıdır; Şeriat yok olacaktır,
İran’dan yeni bir peygamber çıkacaktır.
Varlıkbirliği vardır ve bu yüzden Şeytan da
Tanrı sayılır veya Şeytan Tanrı’nın
kızgınlık niteliğidir. İyilik ve kötülük
öteki dünyada yoktur, marul, bakla ve
balığın yenmesi yasaktır ve bazılarınca da "
Ş " harfinin söylenmesi günâhtır. Yezîdilik
Anadolu’da sürmektedir. “Vahiy Kitabı” ve
“Kara Kitap” denen iki kitapları vardır.
Basralı Yezid bin Harici tarafından
kurulmuştur. |
|
YUNUSÎYYE |
Tek ibadet
inanmaktır, inanan insan günahkâr değildir,
ibadet etmese de ceza görmez. Cennete,
inançlı olunduğu için gidilir, Yunus bin
Numeyri tarafından kurulmuştur. |
|
|