Kurana göre kadınların evlilik çağı

İslama Saldırıda sınır tanımayanların en sapık iftirası Evlilik yaşı ve kadına yaklaşım konusudur. İslam Ergenlik yaşını (Çocuk yapabilme) Evliliğin başlangıç yaşı olarak vermekte Lakin Evlilik ruhsatını Buluğ şartına bağlamaktadır. Bazı sıcak ülkelerde çocuklar erken olgunlaşır, Bu onların evleneceği anlamına gelmez, Evliliğin getirdiği sorumluluk bilincinin de gelişmesi gerekmektedir, Bu Konuda Nisa 6'da Allah Buluğ çağına gelinmesi şartı koşuyor, Bu Yaş ise en az 17-18 dir, Bizim gibi ülkelerde 20-25 yaşına tekabül ediyor maalesef. Çünkü çocuklarımızı el bebek-gül bebek mantığı ile büyütüyor Aile olma şuuru, sorumluluğu, Çocuk yetiştirme becerisi kazanmasını sağlamıyoruz.

01 Nisan 2021 - 06:31
Bu konuda Prof. Dr. Mehmet Okuyan hocamızın videosu yeterli açıklamayı yapmaktadır, Ayrıca aşağıda İslam ansiklopesinden Buluğ çağı açıklamasını sizlerle paylaşıyoruz.
Bunları bilmeden İslama pedofili iftiraları atanlara gereken cevabı vermenizi dileriz.
Aslında Avrupada çok küçük yaşlarda kızlar ilişkiye girmekte, Batı Toplumlarında bekâret kavramı anlamını kaybetmiştir. Bekâret zarı sadece insanlarda var Başka hiçbir canlıda yoktur, Buda ayrı bir mucizedir.

NİSA 6: ﴾6﴿
 Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin; eğer onların yeterli fikrî olgunluk düzeyine eriştiklerini tespit ederseniz hemen mallarını kendilerine verin, büyüyecekler de mallarını alacaklar diye o malları israf ile ve tez elden yiyip tüketmeyin. Zengin olan (veli) yetim malına tenezzül etmesin, yoksul olan da kararınca yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun; hesap sorucu olarak da Allah yeter.


BULÛĞ
البلوغ
Kişinin çocukluk devresinden çıkıp fiilen veya hükmen cinsî ergenlik kazanması.

Müellif:
ALİ BARDAKOĞLU

Sözlükte “ulaşmak” anlamına gelen bulûğ, terim olarak çocuğun cinsî ve bünyevî ergenlik dönemine ulaşmasını ifade eder ve bu durumdaki kimseye de bâliğ denir. Ergenlik devresi de diyebileceğimiz bulûğ sonrası dönem, kişinin çocukluktan çıkıp yetişkin insan özelliği kazandığı önemli bir hayat merhalesidir. Ergenlikten asıl maksat kişinin aklî ve ruhî yönden ergen olması ise de bunun tesbiti çok zordur ve ölçüsü de oldukça değişiklik göstermektedir. Ayrıca kişinin aklî ve ruhî gelişmesiyle biyolojik gelişimi arasında kuvvetli bir paralellik de vardır. Bu sebeplerle bulûğda “çocuğun fiilen veya hükmen biyolojik-cinsî ergenlik kazanması” esas alınarak bazı yönleriyle üçüncü şahısları da ilgilendiren bu konuda açık ve objektif bir ölçü benimsenmiştir.

İslâm hukukçuları bulûğ için bir ön şart, iki de ölçü getirmişlerdir. Bulûğun ön şartı çocuğun belli bir alt yaş sınırına ulaşması olup bu da erkeklerde on iki, kızlarda ise dokuz yaşın tamamlanmasıdır. Bu sınır bulûğun asgari yaş sınırı olup Mecelle’nin de kaydettiği gibi (md. 988) bu yaşa ulaşmamış çocuğun bulûğ iddiası dinlenmez. Diğer bir ifadeyle çocuğun bulûğuna ancak bu yaştan sonra hukuken imkân tanınır. Bulûğun iki ölçüsünden birincisi ve aslî olanı fiilî bulûğdur; yani gerekli asgari yaş sınırına ulaşmış erkeğin ve kızın cinsî yönden fiilî ergenliğe kavuşmasıdır. Bunun da bünyeye, iklim vb. dış şartlara göre değişik yaşlarda olacağı açıktır. Mecelle’de, “Hadd-i bulûğ ihtilâm ve ihbâl, hayız ve habil ile sâbit olur” denilerek (md. 985) erkek için ihtilâm olma ve baba olabilme, kız için hayız görme ve anne olabilme durumunun ölçü olduğu belirtilmiştir. Fakat kişinin bu bünyevî gelişimine dışarıdan muttali olma genelde pek mümkün olmadığından bulûğun tesbitinde, yukarıdaki alt yaş sınırına ulaşmış olan ve bünyesi de uygun bulunan çocuğun ikrar ve iddiası yeterli görülür (Mecelle, md. 989). Gerek Hz. Peygamber ve sahâbe döneminde gerekse klasik kaynaklarda bulûğ için çeşitli hâricî ve bünyevî belirtilerin ölçü alınması veya birer ipucu olarak değerlendirilmesi bu amaçladır. Bulûğun ikinci ölçüsü ise hükmen bulûğ olup bu da çocuğun belli bir âzami yaş sınırına ulaşmasıdır. Ebû Hanîfe’ye göre erkek on sekiz, kız on yedi yaşını tamamlayınca, İslâm hukukçularının büyük çoğunluğuna göre ise erkek-kız ayırımı olmaksızın çocuk on beş yaşını tamamlayınca fiilen erip ermediğine bakılmaksızın hükmen bulûğa ermiş sayılır. Üst yaş sınırı konusunda başka görüşler de vardır. Hükmen bulûğ için benimsenen bu üst sınırı, genelde ilgili âyetlerdeki (el-En‘âm 6/152; el-İsrâ 17/34) lafızların yorumuna, Hz. Peygamber’in ve sahâbenin bazı uygulamalarına dayanıyorsa da mahiyeti itibariyle bölgesel ve örfî bir karakter taşıdığı için ictihadîdir. Doktrinde ağırlıklı görüş çoğunluğun görüşü olup Mecelle’nin tercihi de (md. 986) bu yöndedir. Bulûğun alt yaş sınırı olan dokuz-on iki yaş ile üst yaş sınırı arasındaki kimseye “mürâhik” denilir. Buna göre mürâhik fiilî olarak bulûğa ermemiş veya bulûğu sabit görülmemişse üst yaş sınırına ulaşınca hükmen bâliğ olur.

Bulûğ ile insan hem bedenen hem de ruhen belli ve yeterli bir asgari olgunluğa eriştiğinden kural olarak edâ (fiil) ehliyetini kazanır. Zaten bulûğ, şahsın edâ ehliyeti yönünden cenin, küçüklük ve temyiz devrelerini takip eden dördüncü devirdir. Bâliğ kimse gerek iman esasları, ibadetler, haramlar, vergi, cihad, cezaî ve hukukî mesuliyetler ve gerekse dinî, içtimaî ve hukukî düzenin sağladığı haklardan faydalanma yönünden tam ehliyet sahibidir. Çocukluk sebebiyle tanınmış muafiyetler de bulûğ ile kalkar. Hadiste, kendisinden dinî ve cezaî mesuliyetin kaldırıldığı bildirilen üç grup şahıstan birisi de bulûğa ermemiş çocuktur (Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 16). Ancak aklî ve ruhî olgunluk demek olan rüşd genelde bulûğla birlikte gerçekleşirse de bazı durumlarda bulûğdan sonraya da kalabilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “Yetimleri evlenme çağına ulaşıncaya kadar yetiştirip deneyin, onların akılca olgunlaştıklarını (rüşd) görürseniz mallarını kendilerine teslim edin” (en-Nisâ 4/6) buyrularak bu ayırıma işaret edilmiştir. Bundan hareketle İslâm hukukçuları kişinin kendi şahsı üzerindeki velâyeti, dinî, cezaî ve hukukî ehliyeti için tek başına bulûğu yeterli görürken malî tasarruflarında tam serbestliğe kavuşması için bulûğun yanı sıra rüşdü de şart koşmuşlardır. Rüşd döneminin malî hak ve mükellefiyetler açısından bulûğu takip eden beşinci devre olarak sayılması da bu sebepledir (bk. RÜŞD).

BİBLİYOGRAFYA
Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 16.
Kâsânî, Bedâʾiʿ, VII, 171-172.
İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1389/1969, IV, 345-349.
İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr (Kahire), VIII, 201-202.
Mecelle, md. 981-989.
Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, III, 70-79.
M. Ebû Zehre, el-Aḥvâlü’ş-şaḫṣiyye, Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), s. 441-445.
Zerkā, el-Fıḳhü’l-İslâmî, II, 777 vd.
İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980, s. 107-112.
Karaman, İslâm Hukuku, I, 186-188.
Muhammed Zeyd Ebyânî, Şerḥu’l-aḥkâmi’ş-şerʿiyye fi’l-aḥvâli’ş-şaḫṣiyye, Bağdad, ts. (Mektebetü’n-nehda), II, 223-229.

YORUMLAR

  • 1 Yorum
  • DENKLİK (KEFAET) NEDİR?
    3 yıl önce
    İSLAM EVLİLİKTE BULUĞ ÇAĞINA ULAŞAN GENÇLERİN EVLENMESİNE İZİN VERİRKEN AYRICA EVLİLİKTE DENKLİK (KEFAET) ŞARTINI ÖNGÖRMEKTEDİR. EVLİLİKTE DENKLİK (KEFAET) Aile huzurunu teminde çok büyük hikmetler içeren denklik, Islâm`da sadece kadından yana ve onun ve ailesinin onurunu korumayı hedefleyen bir müessesedir. Nikâhın sahih olmasının değil geçerli olmasının şartıdır. Yani denklik bulunmasa da nikah sahihtir. Ancak kadının velisinin onayına bağlıdır. Buna göre; nesep, dindarlık ve takva, meslek, hürriyet ve servet konularında kendisinden daha aşağı itibar edilen bir erkeğe nikahlanan kadının velileri, denksizliği bahane ederek evliliğe mani olabilirler. Kabul ederlerse sahih olan bu nikah yürür ve artık vazgeçme hakları olmaz. Denksizlige bir Islâm ülkesinde kız velisinin başvurusu ile mahkeme karar verir. Diğer yerlerde bunu "Eminül-kavm" yani inananların güvendigi ehl-i ilim belirler. Ancak bunun bir bağlayıcılığı olmaz. Bu yüzden günümüzde, Imam Serahsî`nin tercihiyle, dengini bulmadan nikah yaptıran kadının nikahını velileri-istemiyorlarsa-hepten geçersiz saymaları ve kabul etmemeleri uygun olur. Buna göre dini bütün ve kapalı bir bayan, namazsız-niyazsız birisine, toplumda cazip itibar edilen bir meslek erbabının kızı, bayağı, sayılan bir meslek erbabına, zengin bir aile kızı, kendisinin nafakasını dahi teminden aciz bir erkeğe sırf kendi isteğiyle varması ve meselâ dinî nikah yaptırmaları halinde velilerin bu nikahı hiç hesaba katmamaları mümkündür ve doğru olandır. Nesep ve hürriyet şartı ülkemiz için artık geçerli değildir. Yalnız bu müessesenin iyi anlaşılmaması halinde başkalarınca istismar edilmesi mümkündür. Onun için şu noktaların tekrar hatırlatılmasında yarar vardır: 1. Denkliğin bulunmaması nikahın sıhhatine mani değildir. Binaenaleyh, kız da velileri de istiyorlarsa kadın istediği ile evlenebilir. 2. Denklik müessesesi kadın lehine bir sonucu hedefler. Çünkü genellikle kadın ve onun velileri daha aşağı itibar edilen birisine eş ya da hısım olmayı kendilerine yediremezler ve böyle bir şeyin olması halinde kadın erkeği küçümseyici ve hukukunu tanımaz bir tavır alır, huzur ortamı olması gereken aile, Cehennem`e dönüşür, boşanmalar ve yıkımlar olur. 3. Meşru olan her türlü işin adisi ve şereflisi olmaz. Şeref, insanlara ve Hakk`a hizmetle ölçülür. İbadet duygusu ile sokağı süpüren bir çöpçü şerefli, istediği parayı veremeyen hastasını ameliyat etmeyip ölüme terkeden doktor ise şerefsizdir. Ancak halkın genel kabullenişinin bu müessese için etkisi vardır. Bu yüzden sırf öyle itibar edildiği için hesaba katılması aklın gereğidir. 4. Günümüzde velilerinin kabulu olmadan kendi kendisini evlendiren kadının velileri, güvenilir bir ehl-i ilimden onun dengine gitmediğini tesbit ettirmeleri halinde kendi başına yaptırdığı dini nikahı geçersiz sayar ve kızlarını geri alabilirler. Ancak denksizlik sözkonusu olmaması halinde kendi rızası ile evlenen bir kadının nikahını geçersiz saymak kimsenin elinde değildir. Böyle bir durumda velilerin kızlarını almaları, erkeğin de boşamıyorum demesi halinde kadının bir başkası ile evlenmesi -Hanefi mezhebine göre- gayr-i meşru olur ve zinayı sonuç verir.