Silivrikapı Kral mezarları onarılıyor
2002 YILINDAN BERİ YAZIP ÇİZDİK KİMSENİN UMURUNDA OLMADI tarihi mezarları kurtarmak için Fener patrikhanesine müracaat ettim, Kütüphane müdürüne yönlendirildim, Müdür: Orası bizim yetki alanımızda değil Biz karışmıyoruz demişti. tekrar tekrar talan edilen 1600 yıllık mezarlar şimdi restore ediliyor
Silivirkapı hipojesinde Sahte lahit kabartmaları
bir haftalık yakın takip sonucu tarihimizin ne kadar sahipsiz kalmış olduğuna şahit olduk. Takriben 1600 yıllık Bizans hipojesi 1988 yılında başlayan sur temizliğinde sırasında meydana çıkmış Bundan sonra yağmalanmış.
1988 yılında sur bakımlarında meydana çıkan Silivrikapı hipojesi (Antik Mezar) içi boşaltılmış halde çevre düzenlemesi yapılarak kaderine terk edilmiş.
İstanbul'da yerinde bulunan tek antik mezar olmasına rağmen bu nadide tarih hazinesi hiçbir denetim ve koruma önlemi alınmadığından dolayı 1993 yılında semtin gençleri tarafından lahit kabartmaları kırılarak çalındı. Daha sonra yakalanan hırsızlardan alınan kırık lahit kabartmaları İstanbul Arkeoloji müdürlüğüne teslim edildi.
İstanbul için tarih ve turistik önemi olmasından dolayı İstanbul Arkeoloji müdürlüğü lahit kabartmalarının sahtelerini yaparak hipoje içine monte ederek hipojenin olumsuz görüntüsünü perdelemiş oldu.
KONU İLE İLGİLİ HABERLER
SİLİVRİKAPI HİPOJESİNE İLKEL KORUMA
Talan edilen Bizans kral mezarları (Hipoje)
Silivrikapı Hipojesinden genel resimler
Silivirkapı hipojesinde Sahte lahit kabartmaları
Yayınımız ve Beyaz masaya müracaatımıza ses geldi fakat görüntü yok !
Talan edilen Bizans kral mezarları (Hipoje)
Günümüzdeki İslam toplumları tarihi eserlere neden düşman?
Surlardan sorumlu İBB Başkanlığı hiçbir önlem ve koruma almadığından dolayı Antik hipoje uyuşturucu ve alkol bağımlısı kişilerin istilasına uğradı. tekrar tahrip edilen, acemi hazine avcılarının taklit lahitlerin kırılması ve kabartmaları sökerek çalma girişimleri devam ediyor.
hipoje içini çöplük ve tuvalet olarak bu kişilerinsebep olduğu tahribat milletimizi derinden utandıracak nitelkte.
İstanbul Arkeoloji müdürlüğü, Patrikhane, Fatih belediyesi doğrudan yetkili olmadığı bu eserin korunmasının İBB Başkanlığı tarafından sağlanması, alanın turistik düzenlemesinin yapılarak hirmete sunulmasını istiyoruz.
Lütfen iBB yetkilileri Bizleri utandırmaktan kurtaracak girişimlerinizi bekliyor ve takipçiliğini yapıyoruz.
SİLİVİRKAPI HİPOJESİ MACERAMDA SON DURAK!
Silivrikapı hipojesi (Mezarlığı)nı öğrendiğimden beri yoğun temaslar yapmaya başladım.
Pazartesi günü bir açılış töreninde, fatih belediye başkan yardımcılarından Hasan Süer ile görüştüm, Mezarlığın resimlerini gösterdim,
Salı sabahı silivrikapı'da kendisi ile buluşarak mezarlığı birlikte inceledik. Sayın Hasan Süer Kendisinin, burası hakkında birşey bilmediğini, buranın kurtarılması konusunda çalışma yapabileceklerini söyledi.
Bu mezarlık hakkında bizimde çalışma yapmamızı istedi.
Çarşamba günü Fener Patrikhanesine müracaat ederek burası hakkında bilgi istedim. Patrikhanede birçok yetkili ile görüşmeme rağmen konu hakkında kimsenin bilgisinin olmadığını hayretle gördüm.
Son olarak Patrikhane araştırma ve kütüphane yetkilisi Yorgo Benli bey bu konuyu araştırıp bilgi vereceğini beyan etti. henüz Yorgo beyden de netice alamadım.
Perşembe günü İstanbul Arkeoloji müdürlüğüne müracaatım oldu. Müdürlükte görüştüğüm yetkili kişiler bu konu hakkında konuşamayacaklarını,
Mekanın İBB Başkanlığı ilgi alanında olması nedeniyle kendilerinde yetki olmadığını söylediler.
Buradaki görevli Internet'te konu hakkında çok bilgi olduğunu, devlet memuru olması nedeniyle izinsiz bilgi veremeyeceğini, konu hakkında kendisinin de çok kaygıları olduğunu söyledi.
Olay yeri itibarı ile İBB başkanlığı sorumluluğunda olması nedeniyle müdahale edemiyorlar.
Internet'te yaptığım araştırmada tatmin edici fazla bir bilgiye ulaşamadım, semt eskilerinin anlattıkları aşağıdaki yazılardan çok farklı.
Kazılar esnasında ortaya çıkan Silivrikapı hipojesindeki lahitlerin içi ve lahit altı odaları 1988 yılındaki onarım sırasında boşaltılmıştı.1993 yılında mezarlık lahitlerindeki kabartma figürler yerlerinden sökülerek çalınmış, bilahare yakalanan hırsızlardan geri alınan kabarma lahit parçaları İstanbul Arkeoloji müzesine teslim edilmiş.
Arkeoloji müzesi ise mevcut lahit kabartmalarının kalıbını çıkarıp kopyasını yaparak mezarlığa monte etmiş. yani bizim görüpte heyecanlandığımız mezarların kabartma yüzeylerinin sahte olduğunu öğrendik. fakat Arkeoloji müzesi görevlileri bize böyle bir bilgi vermedi.
Aksine yazılmamak kaydı ile mezarlığın talan edildiğini bildiklerini söylediler.
Arkeoloji müzesinde sergilenen bütün lahit ve kabartma eserleri inceledim. Buradaki eserlerin benzerini maalesef göremedim. iki adet Internet ten orijinal kabartma resmi aşağıdakiler ini buldum.
Bu konuyu burada kesmek mecburiyetinde kalıyorum. Birincisi hiçbir resmi kurum yeterli bilgi vermek istemiyor.
kişisel gayretlerim ile neticeye gitmem mümkün değil, siz okuyucuların bu konularda yönlendirmesine açık olacağız, yazılarınızı bekliyoruz.
Konunun takipçisi olmaya devam edeceğiz.
İstanbul'un en eski yapılarından olan bu Bizans hipojesi lahit kabartmaları sahte olsa da neticede bir bizans mezarlığıdır. kendi araştırmaları neticesinde Silivrikapı hipojesine her gün pekçok turist gelmektedir.
Milletimizin şanlı tarihine yakışmayan bu görünüm acilen düzeltilmeli, hipoje korunamıyorsa bari sağlam bir kapı ile içerideki rezilliğin görülmesi engellenmelidir.
doğru olan hipoje iç ve dış onarımı yapılarak turizme kazandırılmalıdır. Yetkililerin dikkatine.
Hipoje içindeki ana lahit üst kapağı içki sofralarının yanında sıradan bir mermer gibi duruyor. Çok yakında bununda buradan kaybolacağını düşünmek yanlışmı?
Silivrikapı Hipojesi hakkında Internetten temin ettiğimiz bazı yazıları sizlere aşağıda sunuyoruz:
Tarihe saygısızlık derken illa Osmanlı eserlerine olunca tepki vermiyoruz. Roma dönemi, Bizans dönemi de İstanbul’un tarihidir ve sahip çıkmak zorundayız; bizim tarihimizdir ve bu eserler bizim değerlerimizdir.
Hipojeler kelime anlamı olarak yeraltı mezarları olarak bilinirler.
Sadece Ortodoksların değil de bütün eski medeniyetlerde bilhassa krallar ve saray ahalisi öldüklerinde bu mezarlara gömülürler.
Silivrikapı hipojesi ile ilgili geniş bir araştırmayı Prof. Dr.Ümit Serdaroğlu yapmıştı...O konuda kazı raporlarını bulamadık...
Çünkü bir yeri yüzey araştırması ve kazısını araştıranlarından, uzmanlarından öğrenmek gerek..
Arkeolog Sayın Nezih BAŞGELEN'in Silivirikapı Hipojesi ile ilgili yazdıkları ise şöyle;
1988 yılındaki onarıım çalışmaları sırasında kapıdan girerken sol tarafta bir buluntuyla karşılaşıldı.. .Bizans dönemine ait ilginç bir "Aile mezarı"(Hipoje) idi bu..Theodosios dönemine tarihlenen Hipoje İstanbul'da geç Antikçağın hem plastik hem resim örneği olarak insitu (Yerinde) bulunmuş ender eserlerden birisidir.. İç odasındaki lahitlerin yan yüzlerinde Tevrat ve İncil'den alınma önemli konulara ait kabartmalar yer almaktadır.
Bugün tamir edilmiş içlerindeki kabartmaların mulajları konulmuştur.İki sur bedeni arasındaki alanda bu hipoje gibi pek çok mezar anıtı gün ışığına çıkartılmıştır. Bunların Theodosius 2 öncesi nekropolünün parçaları olduğu sanılmakta.
Silivrikapı Hipojesi, 1988 yılında surların restorasyonu sırasında Silivrikapı’nın az gerisinde 37. Kule’nin güneyinde Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu
tarafından bulunmuş ve MS 4. yüzyıla tarihlendirilmiş. 1989 yılında büyükşehir belediyesi tarafından restore edilmiş. 1993 yılında iç mekanı kaplayan mermer kabartmalar çalınmış ama daha sonra bunlar mali polis tarafından bulunup İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne teslim edilmiş.
Hipoje 2 bölümden oluşmakta: 4,20×3,90 m boyutlarında bir gömü odası ve buna bir kapı ile bağlı 4,50×1,25 m boyutlarında enlemesine bir antredir.
Günümüzde kaderine terkedilmiş durumda. İçinde birileri barınıyor, içki içiyor, ateş yakılıyor. Bir tarihe saygısızlık örneğimizdir. İçine girmek cesaret ister, ancak kapısından görebildiğimiz kadarıyla flaş patlattık.
İstanbul Silivrikapı'da, sur bedenleri arasında bulunan Bizans hipojesi (mezar odası) yıkılma tehlikesi yaşıyor. Hipoje 1988 yılında, surların restorasyonu sırasında, 37. Kule'nin güneyinde Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu tarafından bulunmuş ve İS 4. yüzyıla tarihlenmişti.
1989 yılında büyükşehir belediyesi tarafından restone edildi. Ancak zaman içinde büyük bir tahribata sahne oldu.
Hırsızlar, 1993 yılında duvarı üç kez delerek iç mekânı kaplayan mermer kabartmaları dışarı çıkardılar. Sökülme sırasında kırılan kabartmalar daha sonra mali polis tarafından Gaziosmanpaşa'da ele geçirildi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ne teslim edildi. Kabartmalar birleştirildi,
kalıpları çıkarılarak kopyaları mezardaki yerlerine yerleştirildi. Yine mezardaki freskolar (duvar resimleri) restore edilerek koruma altına alındı.
Ama alınan önlemler tahribata engel olamadı. günümüzde freskolardan hiçbir eser kalmamıştır.
Yetkililerin Silivrikapı Hipojesi'ne ilgisizliği 1999 yılında haber konusu oldu.
Bugün hayatta olmayan Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu o dönemde yaptığı açıklamada 'Bu mezar 4. yüzyıldan günümüze kalabilmiş, yapı tipi itibarıyla ender eserlerden bir yapı.
Biz kapısını açtığımızda yüzyıllardır içeriye kimse girmemişti. İskeletler, lahitler, kabartmalar, her şey yerli yerindeydi' diyor ve mezarın korunmasının sorumluluğunun büyükşehir belediyesine ait olduğunu söylüyor (Hürriyet, 15 Nisan 1999).
Yapının orijinal kabartmaları İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor.
İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdür Yardımcısı Zeynep Kızıltan, Silivkapı Hipojesi'ni koruma sorumluluğunun kanun gereği büyükşehir belediyesinde olduğunu ancak kendilerine başvurulduğu takdirde uzman desteği verebileceklerini söylüyor. İÜ Öğretim Üyesi ve Bizans sanatı uzmanı Doç. Dr. Engin Akyürek, korumanın eseri günyüzüne çıkarmaktan bile önemli olduğunu söylüyor: 'Çünkü gelecek kuşaklar onu anlayıp, sizden daha iyi koruyabilir' diyor.
Silivrikapı Hipojesi yıkılıyor. Çatısı çöküyor, dış duvar kaplamaları dökülüyor. Kapısı yok, içerisinde ateş yakılıyor. İs ve tahribat nedeniyle iç duvardaki freskolar, belki de restore edilemeyecek derecede zarar görmüş durumda. 1600 seneye direnen tarihi yapı, İstanbul'un göbeğinde,
vandalizme yenik düşüyor. İstanbul, bir dünya mirasını daha yitiriyor, Yaklaşık 1600 sene aralıksız olarak Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik yapmış olan İstanbul, 2010 yılında geçici bir süreliğine yeniden eski sıfatına kavuşacak. Son iki senedir gerek Büyükşehir Belediyesi gerekse Kültür Bakanlığı tarafından muhtelif hazırlıklar yapılmakla birlikte, kente ismini veren Roma ve devamı niteliğindeki Bizans medeniyetlerine ait birçok yapının günümüzdeki durumu hâlâ yürek burkan bir durumda.
Yaklaşık 1100 yıllık hükümranlığı süresinde Doğu ile Batı medeniyetleri arasında bir nevi ortak etkileşim alanı olarak kalan Bizans İmparatorluğu’nun günümüzdeki en büyük mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti’dir.
İlk etapta birçok kişi tarafından yadırganabilecek bu yargı Trakya ve Anadolu’daki istisnasız tüm kentlerin tarihleri incelendiğinde açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Böylesine etkin bir medeniyete bir milenyumdan fazla başkentlik yapmış olan İstanbul’da günümüzde birçok Bizans dönemi yapısı acil olarak restore edilmeyi bekliyor.
Saray yapıları, su sarnıçları ve muhtelif askeri yapı kalıntıları hesaba katıldığında günümüzde İstanbul’daki Bizans dönemi yapı envanteri yüzlerle ifade edilebilir.
Tarihi yarımadayı oluşturan Fatih ve Eminönü ilçelerinde, günümüzde yaklaşık 40 tane Bizans dönemi kilise yapısı bulunuyor. Fetih sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun uyguladığı ‘şenlendirme’ politikası sonucunda (ki bu politika kilise yapılarının günümüze ulaşmasındaki en büyük etkendir) birçok Bizans dönemi kilise yapısı İslami ibadethanelere dönüştürüldü. Günümüze ulaşabilen bu yapıların 21 tanesi halen cami, mescid, müze veya kilise olarak kullanılmakla birlikte, geri kalan yapılar harap bir halde. Sadece geçtiğimiz yüzyıl içerisinde 10 farklı Bizans dönemi kilise yapısı İstanbul’un tarihi topoğrafyasından, geride hiçbir iz bırakmamacasına silindi. 1980’de konut inşaatı sırasında son duvar kalıntıları da ortadan kaldırılan Ayvansaray’daki Toklu DedeMescidi, 1943’te Atatürk Bulvarı genişletme çalışmaları sırasında yol güzergahı üzerinde bulunduğu düşünüldüğü için yıktırılan (ki yapı esasen yoldan yaklaşık 30 metre mesafedeydi)
Zeyrek’teki Sekbanbaşı İbrahim Ağa Mescidi ve 1930’da yeni gridal yol planın tam ortasında kaldığı için yıktırılan Geç Roma dönemi Balaban Ağa Mescidi akla ilk gelen örnekler.
2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un önümüzdeki sene birçok konuda gözönünde bulunacağı aşikâr. 2009 İstanbul’unda ne yazık ki herkesin gözü önünde kent belleğinden silinmek üzere olan, kendi kaderlerine terk edilmiş birçok Bizans dönemi yapı bulunuyor.
Bu yapılar içinde fiziksel durumu en kritik olanların başında Aya Kapı Mescidi geliyor. Yaklaşık 900 yaşındaki yapı, tarihin ona verdiği yükü taşımakla kalmayıp aynı zamanda üzerine inşa edilmiş üç katlı betonarme binayı da sırtlamış durumda. Dışarıdan bakılığında niteliksiz bir konut yapısı olarak görünen apartmanın bodrum katına inen kapı açıldığında Aya Kapı Kilisesi’nin giriş kemeri ortaya çıkıyor. Pencere boşlukları, üzerinde bulunan yapı sebebi ile tamamen örtülü olduğundan şapelin içi günümüzde hiçbir yerden ışık almıyor.
Hemen yanıbaşında, metruk halde bulunan Mimar Sinan’a ait Aya Kapı Hamamı ile aynı kaderi paylaşan yapı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’unda turistleri gezdirmememiz gereken mekânlar listesinde ilk sıralarda yer alıyor.
Aya Kapı Kilisesi’nin yaklaşık 200 metre güneyinde bulunan Sinan Paşa Mescidi, Bizans dönemine ait bir başka şapel kalıntısı. Yapının günümüzde bitkilerle örtülü apsis duvarının dışında, bir zamanlar yakınında bulunan manastırla ilişkilendirilebilecek içi toprak ve çöple dolu küçük bir tonozlu oda da bulunuyor. 13. yy ile 14. yy arasına tarihlendirilen yapının naos mekânında, günümüzde iki katlı bir depo yapısı dikili duruyor.
Liste uzun
Aya Kapı’dan Fatih yönüne doğru çıkıldığında Draman yakınlarında bulunan Odalar Camii, ‘can çekişen’ bir başka metruk yapı. İsmini bodrum katında bulunan odacıklardan alan yapının apsis ve narteks bölümlerinde günümüzde tek katlı birer gecekondu bulunuyor. Bu iki gecekondunun ortasında yer alan üst örtüsü yıkılmış durumdaki naos mekânında halen yabani incir ağaçları yetişiyor. Bu durum yapının bitkiler yoluyla organik bozulma sürecini hızlandırıyor. 13. yy’a tarihlendirilen yapının beden duvarlarındaki damgalı Bizans tuğlaları yakın çevresine saçılmış halde. Draman ile Fatih arasında kalan, Odalar Camii’nin yaklaşık 250 m. doğusunda bulunan Boğdan Sarayı İbadethanesi
de koruma sorunları bağlamında son derece kritik noktada olan yapılardan birisi. 19. yy’a ait gravürlerde fiziki durumu oldukça sağlam görülen şapelin, günümüze sadece apsisi ve naos duvarlarının bir bölümü erişebildi. Yapı halen bitişiğindeki otomobil tamirhanesinin lastik deposu olarak hizmet veriyor.
Orta ve geç Bizans dönemine ait bu yapılardan çok daha eski kiliseler de ne yazık ki günümüzde büyük risk altında. Kentin turistik açıdan en ‘popüler’ yapısı olan Ayasofya’dan yaklaşık 70-80 sene evvel inşa edilmiş olan ve vakti zamanında Hz. Meryem’in kuşağının saklandığı ve bizzat imparatorların iştirak ettiği yortuların kutlandığı Khalkoprateion Bazilikası’nın (Acem Ağa Mescidi) ayakta kalan apsis bölümü, günümüzde ancak bitişiğindeki turistik otelin ikinci katından algılanabiliyor. Khalkoprateion Bazilikası’na ait olan, duvarları fresklerle süslü, merkezi planlı yapının kalıntıları ise günümüzde tamamen konut ve işyeri fonksiyonlu betonarme yapıların altında kaldı. Samatya’da bulunan ve 5. yy’a tarihlendirilen Karpos ve Papylos Martiriyonu altyapısı ise, yıllardır çelik kapı imalathanesi olarak işlev görüyor. Oldukça geniş bir kubbeye sahip yapının yan dehliz pencereleri, bitişiğindeki otopark sebebi ile sonradan kapatıldı.
2010’da İstanbul’da turistleri gezdirmememiz gereken mekânlar listesine, kalorifer dairesi olarak kullanılan Peribleptos Manastırı Altyapısı’nı, betonarme yapılarla dolu yapı adası içerisine sıkışmış Arcadius Sütunu Kaidesi’ni, tamamen yıkılmak üzere olan Esekapı Mescidi gibi onlara yapıyı eklemek mümkün.
Tarihi çevre ve tarihi yapı koruma, temelde çağdaş bir kültürel istek ve toplum kültürünün çağdaşlaşmasına paralel olarak gelişen bir olgudur.
Günümüzde, sürekli göç alan ve nüfus yapısı değişen İstanbul’da şehrin kültür tarihine ilişkin bilinçli kamuoyu oluşturmak, gerçekleştirilebilmesi son derece güç ve uzun vadeli bir etkinliktir. Genel kapsamda toplumsal ve ekonomik zorunluluklar, insanların fiziksel ortamın güzelliğine duyarlı olmalarını, ilgi duymalarını zorlaştırıyor.
2010’a 1 kala İstanbul’da, yukarıda aktarmaya çalıştığım gibi onlarca metruk Bizans dönemi yapısı bulunuyor. Günümüzde kendi hallerine terk edilmiş gibi görünen bu yapılar, tarihin dayattığı tüm politik düşüncelerden ‘arındırılmış’ olarak ele alınmalı ve sonraki nesillere aktarılması sağlanmalıdır.
2010 yılı, değerlendirilmesi gereken önemli bir fırsat olarak algılanmalı; gerek tek yapı ölçeğinde gerekse kentsel ölçekte kısa ve uzun vadeli restorasyon/rehabilitasyon çalışmalarına ivedilikle başlanmalıdır.
YORUMLAR