“ALLAH'I GÖREN KİŞİNİN ÖZELLİKLERİ“
Kâmil olgun kişi tevâzu sahibi değildir!
Gerçek kâmil olgun kişi ise Allah indinde yanında HİÇ olduğunun idrâkı içinde HİÇLİĞİNİ yaşar. Onda ne büyüklenme olur, ne tevâzû olur.
İşte bu gerçekleri farkedenler ‘’tasavvuf’’ denen çalışmalarla mecâzi yoldan da olsa varlığın TEKLİĞİ hakikatini idrak etmiş kavramış yaşamış, ‘’varlıkta Hakk’tan başka bir şey yoktur’’ demiş ve her an her yerde Onu görmeye onu müşahede etmeye Onu yaşamaya başlamışlardır.
Nitekim buna Kurân’da da şöyle diyor.
”Başını ne yana çevirirsen, Allah’ın Vechi’ni görürsün!”
Çünkü her zerrede mevcud olan O!
Ne çare ki, değişik isimlerle anılmış ve o “İsimler” “O’nun Vechinin perdesi” olmuş!
Hâl böyle olunca, bu irfana erişmiş ârif kişi, her an Allah’ı seyreder; O’na KULLUK eder; her mertebede, her zerrede, her kişide , her birimde O’nu görmesinin sonucu olarak O’nu sever!
İşte; ‘’bu varlığın özü aslı orijini sevgidir, “AŞK”tır!’’ denmesinin sebebi; her zerrede Allah’ın vechini yüzünü bize göstermesi ve o basiret ehli kişinin de, gördüğünde Allah’ı sevmesidir.
Allah’ı gören kişide kin olmaz!.
Allah’ı gören kişide nefret olmaz!.
Allah’ı gören kişide düşmanlık olmaz!.
O, hangi resim ve isim altında olursa olsun O Tek’i seyreder.
O’na âşıktır.
Yaşamı, cennet boyutunun da ötesindedir!.
Cennetin güzelliklerinin ötesinde, Cennetin sahibiyle başbaşadır!.
Şuurunun gıdası aşktır, sevgidir!.
İsim, resim ona perde olmaz!.
İşte dostluk başlamış, düşmanlık bitmiş; kin bitmiş nefret bitmiş. Yani Cehennemin yakacağı bir şey kalmamış ve onun cehennemi sona ermiştir!.
Böyle bir sevgiyi yaşayan kişinin karşısında ne renk kalır, ne ırk kalır ne din kalır.
Cennete giren insanların hepsinin bütün bu kavramlardan âzade yaşayışı gibi, dünyadayken Allah’la başbaşa yaşar.
Ama kendine “Ahmed” ismini takmış “Mehmed” ismini takmış “Hasan”, “Hüseyin” ismini takmış.”Ayşe”, “Fatma”, “Hatice” ismini takmış.
İsimler hiç önemli değil...
İsimlerin, resimlerin ardındaki MUTLAK GERÇEK VARLIK, aynı gerçek varlık!.
Çünkü özümüz aynı!.
Aslımız aynı!
Özümüz TEK!.
Aslımız TEK!.
O Tek ile hayattayız!.
O Tek ile görüyoruz!.
O Tek ile yaşıyoruz!.
İşte bu güzelliği yaşamanın yolu, ilimden irfandan ve de var sandığın benliğinden geçmeden geçiyor.
Bu idrâka gelmişlerin dünyasında kavga gürültü olmaz.
Bu kavrama erişmiş bu idrâka erişmiş insanların dünyasında sınırlar yoktur; milletler yoktur; örf-âdet-ânaneler yoktur!.
Kim nerede ne hâl ile olursa olsun, onlar, o varlığın aslını özünü orijini görürler...
Sevgiyle yönelirler, tüm varlıklarını varlıklara fedâ ederler.
İbadetleri HİZMET olmuştır!.
Bedeninin ihtiyacını temin için yiyip içtiği gibi; ruhunun ihtiyacı olarak zikrini yapar, namazını kılar, orucunu tutar...
Ama onun gerçek yaşamı, bunların da ötesinde, sevgi ve aşk olur.
Onun ibadeti, hizmet olur...Bütün yaradılmışlara hizmet!
İnsanlara, onlardan menfaat elde etmek için değil, sevgisi muhabbeti, aşkı dolayısıyla yönelir.
Ve insanlara bu HAKK’ı tavsiye eder ve bu Hakk’ın onlarca anlaşılması idrâk edilmesi için sabırla hizmetine devam eder.
İşte bu sebepledir ki;
Ne bir Rasûl–Nebi ne de onun yolundan giden bir veli bu öğrettiklerine karşılık insanlardan hiç bir şey talep etmemiştir. Bu ilmi onlara karşılıksız olarak bağışlamıştır.
Allah, ilmi, bu ilmi insanlara verdiği için karşılığını talep etmez. Bu yüzden hiçbir Evliyaullah insanlara bu ilmi verdiği için karşılığında talep etmediği gibi, mâneviyattan da hiç bir şey beklememiştir.
Çünkü O halka değil HAKK’a hizmet ettiğinin, Hakk’a kulluk ettiğinin farkındadır bu çalışmalarıyla!
Dilerim ki ALLAH bizlere bu idrakı ihsan etsin…