Abdullah Gözaydın

Abdullah Gözaydın

Fatih'in Demokratik Geleceği
fatihten@gmail.com

İslamiyet'te, ruhban sınıfı var mı

21 Ekim 2023 - 06:25

"İslamiyet’te, ruhban sınıfı var mı?"
Hayır, yok. Bende bu konuyu sık sık yazıyorum, İslam ruhbanlığı kabul etmez. "Cemaat olun en takvanızı İmam yapın" denmektedir.

“Ey iman edenler! Sizden hayra davet eden, iyiliği emredip, kötülükten nehyeden bir cemaat olsun.” : Âl-i İmrân, 103

TC Laik bir devlettir Din ve Devlet işleri ayrılmıştır diye söyleniyor
Evet, Azınlıklar için doğru Amma!

Devlet kiliseye İncil’e papaza karışmaz, Pazar sohbetlerinde okunsun diye vaaz hutbe dayatmaz, papazlar kendi içinde atanır, Dilediği gibi Hristiyanlığı anlatır

Devletimiz Havraya Sinagoga, hahama karışmaz, Cumartesi sohbetlerine müdahale etmez Hahamlara emir, Vaaz hutbe vermez.

Devletimiz Cem evlerine Orada yapılan semahlara dedelerin sohbetlerine vaazlarına karışmaz, Devlet memuru Dede ataması yapmaz.

Ama Müslümanların camilerine Laik kuruluş Diyanet eliyle el koymuştur, Cami ve mescitler vakıf veya halk tarafından inşa edildiği halde cemaatin cami üzerinde hakkı yoktur.

İslam Cemaat olun en takvanızı imam yapın dediği halde TC devleti Namaz memurlarını İmam olarak camilere atar.
Gayri İslami bir uygulama hem İslam’a hem laikliğe aykırı.

Halk İslam’ın esaslarını bilmediği için Yeni İmam hatip mezunlarının İslam’ın, İmanın, Akaidin, Fıkıhın esasından habersiz ezberci bir birikimle cemaatin önüne geçiyor sadece namaz kıldırıp camiyi kilitliyor, Bir tek tarihi camiler açık turistler gezsin diye Buda Müslümanların talebi ile değil.
---------------

"bu tarikatlar şeyhler, Şıhlar nedir?"
Bunların İslam’ın özü ile ilgisi yok, Tarikat yoldur Genelde bir alimin mukallitleridir Gümüzde kendilerine tarikat diyenlerin çoğunluğunun hiçbirisi medrese değildir, Laik devlet bu örneklere göz yumarak burada da İslam’a muhalif bir ortam oluşturuyor

Kuran kursları sadece hafızlık öğretiyor İslam adına değil adeta çocuklarımızı ziyan eden bir uygulama olarak devam ediyor çocuk 600 sayfalık Kuran'ı Kerimi ezberliyor Fatiha suresi’nin manasını hikmetlerini bilmiyor

Benim sık yaptığım bir önerim; Diyanet STK olmalı, Vakıf mülkleri bu STK ya devredilmeli. Her cami derneği kendi imamlarını seçsin Bu İmamlar ilçe müftüsünü , o müftüler il müftüsünü, il müftüleri Diyanet başkanını seçmeli, TC Devletimiz STK kanunları üzerinden bu dernekleri denetlemeli yolsuzluğa meydan verilmemeli, Dini konulara devlet karışmamalı "Zaten karışmıyor"

Bu şekilde örgütlenmeyi Ord. Prof. Ali Fuat Başgil teklif etmişti kabul edilmedi.
Laik devlet dinden elini çekmeli Müslümanlara ibadet özgürlüğü verilmeli. Sık sık azınlıklar kadar din ibadet özgürlüğü istiyorum diyerek paylaşım yaparım
------------------
Elmalı Hamdi Yazır tefsir ve meali sadece kendisine ait değildir.
Hamdi efendi bu teklifi kabul etmiyor, Israr edilince Mısırda bulunan Mehmet Akif’e durumu yazıyor, Akif kendisinin tefsire yardımcı olacağını fakat meal yazmasının doğru olmadığını beyan ediyor (Çünkü o zaman yazılacak Türkçe meal ile namaz kılınması çalışmaları yapılıyordu.)
O zamanlar kendiside Mısırda olan Son Şeyhülislam Mustafa Sabri efendi ile birlikte Akif Tefsir yazdılar Kuran meali ile Türkçe namaz kılınır korkusu ile meal yazmadı.

Dip Not: İslam evrenseldir, Bütün insanlara ortak bir dil ile (Vahiy Arapçası) ibadeti emreder.  
Her kavim Kendi meali ile İslamı Öğrenmeye çalışır Fakat ibadeti Arapça ada eder,
Ümmet herkes kendi dilinde "Meal ile" ibadet etmeye kalkışırsa  Hristiyanlarda olduğu gibi, Türkün camisine Kürt. Çerkez’in camisine, Arnavut. Alman’ın camisine, Fransız gitmez.
Bu gün Londra’da ve Paris’te 72 milletten Müslüman birlikte bir imama uyuyor aynı vahiy Arapçası ile namaz kılıyorlar.

Ama dualar kendi dilimizle yapılmalıdır Ayrıca namazda okuduğumuz surelerin meallerini de bilmek zorundayız
Laik devlet din idaresini ümmetin kendisine vermediğinde böyle garip durumlarla karşılaşıyoruz.

İddia ediyorum Londra’da Paris’te Berlin’deki Müslümanlar Türkiye’dekilerden çok daha fazla sünnete uygun ibadet yapıyorlar.
Ama oralardaki camilerin bir kısmı Diyanetten imam istiyor Türkiye’deki uygulama orada uygulanıyor

İddia ediyorum, İbadet Karşılığı sadece Allahtan beklenir, Allah rızası için eda edilir, İbadetin Karşılığı sadece Allahtan  beklenir,
Lakin DİB Namaz memurları devletten aldıkları maaş karşılığında namaz kıldırıyor, Namaz memurluğunu meslek edinmişler. İbadet meslek değildir.

Bu Namaz memurları kendi üzerlerine farz olan, Allah rızası için kendisi ayrıca tekrar namaz kılması gerekiyor %99 u kılmıyor Bu nedenle 220 bin DİB memuru beynamazdır.
Aldıkları paranın helal olmadığını bilenler günahkâr sınıfında kabul edilir

Namaz memurları Maaşlarını emeklerinin karşılığı olarak alanlar bir haramı helal saydıkları için Şirke düşer dinden çıkmış olurlar.
Bu nedenle DİB içinde ne kadar üstü örtülse de Personel arasında Yolsuzluk Zina, Fuhuş hadiseleri görülüyor,
Erzurum’da çocuklara tecavüz edenler görevden atılacağına Erzincan’a sürgün ediliyorlar cezası bu maalesef.

DİB bünyesinde İmam Din önderi denetimleri gerektiği gibi yapılmıyor Hakkında kanunsuzluk Yolsuzluk yargılanması olanlar bir yıldan az ceza aldıklarında görevlerine devam edebiliyorlar.
Cemaatin Namaz memuru şikayetleri çoğunlukla takipsizlikle sonuçlanıyor.

Diyanet İbadet memurları İslam'ın hayat nizamını yaşamadıkları, Sıradan vasıfsız kişilerin çoğunluk olması nedeniyle  toplumda din anlayışı İslamiyete bakış zedelenmiş Ateist, Deist kişiler çoğalmıştır. 

Bizim dileğimiz Hocalık Din öğretmeni takva kişiler olmalı Fakat Namaz memurluğu "Başta arap yarımadasında" Müslüman ülkelerde uygulaması yok, Suudda imamlık yapan cemaati menfati için istismar ederse ağır cezası var.

Vesselam

YORUMLAR

  • 2 Yorum
  • ABDULLAH
    2 ay önce
    “Ey iman edenler! Sizden hayra davet eden, iyiliği emredip, kötülükten nehyeden bir cemaat olsun.” : Âl-i İmrân, 103
  • İBRAHİM AKYOL
    2 ay önce
    KONU HAKKINDA ÖNEMLİ BİLGİLER İslam, inanç ve ahlak konusunda aklı kullanmayı önermiş ve sorunların çözümünde vahyin sona ermesiyle birlikte aklı hakem kılmıştır. Allah, iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı, güzel ile çirkini ayırabilmesi için insanı akıl sahibi bir varlık olarak yarattı. İnsan, aklı kullanmak suretiyle inanır, Allah'ın yaratma amacına uygun olarak varoluş bilinciyle ve yaptıklarının bir gün hesabını vereceği şuuruyla (mebde ve meada uygun ) güzel, kaliteli ve sağlam iş (takva) yapar; kendi hayatını ve diğer insanların hayatını kolaylaştırır ve iyi, güzel hal, tutum ve davranışlar geliştir ve hayırlı işler (salih amel) yapar. Akıl aynı zamanda sorumluluk ve hayata değer katan ahlaklı olmanın kaynağıdır. Kur'an, inanç konusunda, ataların inancını ve uygulamalarını araştırmadan körü körüne benimseyenleri eleştirmiş; başka birisinin aklıyla hareket etmeyi ya da aklını başkasına teslim etmeyi doğru bulmamıştır. Geçmiş dini geleneklerde olduğu gibi bölünüp parçalanmayı dini parçalama olarak görmüş, tefrika ve fitneye düşmemeyi ve cehaletten yüz çevirip düşünen, bilen ve akleden bir toplum oluşturmayı hedeflemiştir. İnsanların, soru sorma, sorgulama, eleştirme yeteneklerini geliştirerek düşünce dünyasını ve eylem dünyasını bir nizama sokmak istemiş, düşünce, inanç ve eylem arasında bir tutarlılık ve mantıklılığı yerleştirmeye çalışmıştır. Allah, Müslümanları, siyasal, toplumsal ve dinî alanlarda işlerini planlarken ve yürütürken alanında uzman, ehliyetli ve liyakatli olanlarla çalışmaya, sorunların çözümünde kendi aralarında fikirler üretmeye, bu fikirlerden en iyisini seçmek için eleştiriye ve tartışmaya ve ortak aklı kullanarak (şura) problemleri çözmeye çağırmıştır. Aklın en birinci görevi, mükemmel bir şekilde yaratılan ve yaratıklar arasında saygın bir yere sahip olan insanı, kendi onuruna ve haysiyetine yakışır güzel işler yapmaya yöneltip kötülük, günah ve çirkin işlerden uzaklaştırmasıdır. İslam, ahlaklı olmak, ortak değerleri paylaşarak birlikte yaşayabilmek için, şahsiyetimizi ve kabiliyetlerimizi geliştirmek ve sorunları tespit edip çözümler üretmek için akletme ve aklı etkin ve doğru bir şekilde kullanmayı önermiştir. İslam'da insanların birey olarak her konuda istediği şekilde düşünebilmesine ve fikirlerini açıklamasına imkân tanımıştır. Ancak bu fikirlerin başkalarına zorla kabul ettirmek, başkalarını düşünce özgürlüğünü kısıtlamak veya baskılamak için kullanılmasına karşı olmuştur. Çünkü İslam'a girerken, girdikten sonra ve çıktıktan sonra zor ve cebir söz konusu değildir. Kimse zorla İslam'a sokulamaz, İslam'da tutulamaz, zorla, cebirle ve tekfir ile İslam dışına atılamaz. Bireylerin bu konular bireyin tercihine bırakılmıştır. Bu yüzden insanların istediği dinî-toplumsal yapıta girmesi ve çıkması kendi özgürlüğüdür. Ancak mensubu olduğu mezhep, tarikat ve cemaatin kimliğini İslam'ı tanımlamak için kullanmamalı veya o kimlik üzerinden insanların dini ve milli duygularını kötüye kullanmamalıdır. Başkasını aklını hiçe sayan, din ve vicdan özgürlüğü üzerinde baskı oluşturan, bireylerin hayat hakkı ve malının dokunulmazlığına saygı göstermeyen hatta bunlara tecavüz eden bir yapıya dönüşen dini cemaatleşmeler ve tarikatlar, İslam'ın değerler sisteminin dışına çıkmıştır. Cemaatleşmeler, Müslümanlar arasında insana, insanlara, topluma, insanlığa ve canlılara iyilik ve hayrat konusunda yarış için geçerlidir. Kötülükte, ahlaksızlıkta, bireysel hak ve hukuku çiğnemede, insanları ticari meta olarak kullanmada bir yarış söz konusu değildir. Günümüzde cemaatleşmeler, bireylerin doğuştan getirdikleri ve eğitimle kazandıkları kabiliyetleri insanlık için ve yeni bir medeniyetin kurulması için desteklemek yerine kendi çıkarlarını korumak için bekçiler olarak kullanmaktadırlar. Bireylerin başarısını onların kendi hanesine değil cemaatin diğer bireyleri istismar etmesine bir araç olarak kullanmaktadırlar. Cemaatleşmeler, İslam ahlakını birey ve toplum düzeyinde yaygınlaştıracak ve erdemli toplumun kurulması için kullanacak yerde İslam ahlakıyla ilgisi olmayan cemaat ahlak(sızlık)ı oluşturuyorlar. Bunun en önemli göstergesi, şeffaf olmaması, sır ve gizemli bir yapıda sürmesidir. Ahlaklı olmak, dindar olmak bireyin işi olmaktan çıkıyor, cemaatin hak ve çıkarlarını koruyan bir ahlaksızlığa dönüşüyor ve cemaat dindarlığına dönüşüyor. Günümüzde bazı cemaatler, diğer cemaat mensuplarını veya özgür bireyleri, kendi cemaatlerine mensup olmadıkları için ahlaksız, seküler veya hain olarak görmektedirler. Ayrıca ahlaklı olmanın ve dindar olmanın şartını cemaate bağlamaktadırlar. Hâlbuki asıl seküler olan ve dünyaperest olan, her gün gücüne güç katmaya çalışan, ticari şirket ve holdinglere dönüşen kendi cemaatleridir. Özellikle günümüzde Tarikatlar ve Cemaatleşmeler, insanların ahlaki gelişimine, toplumda hoş görünün yerleşmesi, birlik ve dayanışmanın güçlenmesi, birlikte yaşama kültürünün desteklenmesi, farklılıkların zenginlik olarak görülmesi gibi özellikler sahip tasavvufu, temsil edemedikleri görülmektedir. Hatta günümüzde dinî cemaatleşmelerin ve tarikat örgütlenmelerinin tasavvufî çerçeveyi zorladığını, insanların vicdanlarında meşruiyetlerini kaybederek ticarî ortaklıklara dönüştüğü noktasında ciddi eleştiriler yapılmaktadır. Ali Bardakoğlu, bu yapıların zamanla İslamî değerlerden ve ahlakî değerlerden nasıl uzaklaştıklarını ve menfaat birliklerine dönüştüklerini şu şekilde analiz etmektedir : "Günümüzdeki dinî cemaatleşmeler ve tarikat örgütlenmeleri geçmiş dönemlerdeki geleneksel sınırlarında kalarak insanların ahlakî gelişimine, derunî dindarlığına katkı sağlayıcı bir çizgide hizmet üretse, toplumda engin bir hoşgörünün yerleşmesine öncülük etse, toplumun sosyal bağını güçlendirici roller alsa hem meşruiyetlerini perçinlemiş, hem de dine ve topluma hizmet etmiş olurdu ama üzülerek görüyoruz ki öyle olmadı. Yani tarikat ve dinî cemaatleşme günümüzde Müslümanların dindarlığını güzelleştirme çabasından ekonomik çıkar ilişkisine, siyaset projesine, sosyal örgütlenme modeline dönüştü. Kendilerinden menkul kutsal makam ve otoriteler ihdas edildi, nev-zuhur kutsallıklar ve onun üzerinden dünyevî projeler ortaya çıktı. Bu gelişme de, hem tasavvufa hem İslâm'ın o güzel dindarlık modeline büyük zarar verdi. Sonuçta bugün tarikat örgütlenmeleri; İslâm'ın ana ilkeleriyle ve akidevî esaslarıyla uyuştuğunu söylemenin kolay, hatta bazen mümkün olmadığı bir anlayış, bağlılık ve inanışlar üreterek yola devam ediyor, varlığını güçlendiriyor. Hem de tarihte İslâm davetine öncülük etmiş alperenlerin yerine yeni bir tipoloji üreterek çevresindekilerin ve dünyanın İslâm algısını hayli hırpalayıcı bir rol icra ediyor. Ali Bardakoğlu, " Cemaatler Nasıl Siyaset Projesine Dönüştü?", Karar, 28.07.2016. (http://www.karar.com/gorusler/cemaatler-nasil-siyaset-projesine-donustu-201375#)