Yıl 1980, 14 Nisandan itibaren gözaltındayım, İzmir polisinin İstanbul Avcılarda "Alman Ahmet'in" evine yapılan bir operasyonda tesadüfen göz altına alındım, İzmir'de başlayan soruşturmalar İstanbul, Bursa ve Ankara'da devam etti.
Mayıs ayının ilk haftasıydı, 10 gündür Ankara Em. Müd. Asayiş şube müdürlüğünde gözaltındayım. Kısım müdürü Bşk. Kom. Avni Turgut kafayı takmış benden cinayet itirafları istiyor.
İstanbul polisi ile girdiğim silahlı çatışmalarda kullandığım silahları ortaya çıkarmam için devamlı işkence görüyorum.
Falaka ve Filistin askısında elektrik verilerek yapılan işkenceler sonucu ayaklarımın aşırı şişmesi nedeniyle tırnaklarım etten ayrılmış, Sadece kökleri tutuyor.
Tırnaklarım salladığı için her adım attığımda müthiş canım yanıyor. Yürüyemiyorum.
Polisler beni Ankara Trafik hastahanesine götürüp tırnaklarımın çekilmesini istedi. Elbette bu darpların işkence sonucu olduğunu söylemem yasak!
Muayene eden doktor "Bunlar işkence sonucu olan darp izleri, Savcılığa haber vermek zorundayım" dedi. Polisler doktorun odadan dışarı çıkması ile apar topar beni alarak hastahaneden uzaklaştık.
Böyle bir gün sonucu Em. Müdürlüğü nezarethanesinde tek başıma küçük bir odadayım.
Günlerden Cuma yatsı namazı sonrası orta yaşlı bir tutuklu getirip yanıma koydular, Kısa süre sonra Bu kişinin sanatçı Neşet Ertaş olduğunu öğrendim.
Batı müziği dinlediğim için Türk halk müziği sanatçılarını tanımıyordum, Lakin Hapishanelere güneş doğmuyor türküsü nedeniyle sanatçıyı hatırlıyordum.
İşkenceden sefil bir haldeyim Halimi gören Sanatçı ağlamaklı oldu, Gözlerine inanamadı.
Önce suçumun siyasi olduğunu zannetti, "Solcumusun" diye sordu, Oto mafyası olduğumu duyunca hayret etti, Ülkeyi mi sattın ya, diye hayıflandı.
O devirlerde emniyet ve askeriyede işkence yapılması soruşturmanın doğal parçası gibiydi,
Durumum konusunda Kendisini yeterince aydınlattıktan sonra ben sordum,
Siz neden buradasınız?
Verdiği cevap çok manidardı, Trafik suçu, Hatırlamıyorum Kırmızıdan geçmişim, 70TL Ceza yazılmış, Ceza makbuzu Ankara adresime gönderilmiş, Ben Almanya'da olduğum için süresinde ödeyemedim, Mahkeme günlüğü 10 TL'den 7 gün hapse çevirmiş, Ceza kesinleşmiş.
Şimdi iki gün burada kalacağım Pazartesi cezaevine teslim edecekler Salı günü tahliye olacağım dedi.
Bir kırmızı ışıkta geçen Devlet sanatçısı bu şekilde cezalandırılması akıl alır gibi değildi.
O Cumartesi pazar nezarette beraberdik, Ben ona O bana hayat hikâyeleri anlatarak geçti (Dinleniyoruz endişesi ile Siyasi muhabbet yapamıyorduk)
Cezaevinde yattın mı diye sormaya çekindiğim için, Kendisine Hapishanelere güneş doğmuyor türküsünün hikayesini sordum, Bu Türküyü Yugoslavya'da ceza evinde yatarken yazdığını söylemişti.
Tito sonrası Yugoslavya'da düzen bozulmuş, Ceza evleri de bu düzensizlikten nasibini almıştı, Anlattığı cezaevi hayatını Türkiye'de hiç yaşamadım, Şartlar o kadar ağırdı.
Neşet Ertaş Sanıyorum 1977'de Almanya'dan Türkiye'ye gelirken Yugoslavya'da Trafik kazası geçirmiş, Ehliyeti olmadığı ve kimliği kayıp olduğu için 3 ay müddetle hapishanede kalmıştır.
Ne geleni ne gideni nede parası vardır, Yazdığı mektuplara ise hiç cevap alamaz.
Türkiye Konsolosluğuna yazdığı dilekçelere cevap dahi verilmemiş, Kimseye haber gönderememişti.
Meşhur ‘Hapishanelere Güneş Doğmuyor’ türküsünü de bu dönemde yazmıştır.
Hapishanenin kötü bir yer olduğunu, yalnızlığın had safhaya ulaştığını şu dizeleriyle dile getirmiştir:
‘’Hapishanelere güneş doğmuyor/
Geçiyor bu ömrüm günüm dolmuyor/
Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor.’’
Hapishanelerin sıkıcılığını bir başka türküsünde de şu şekilde dile getirir:
‘’Hapishanelere attım postumu/
Kayıp ettim yarenimi dostumu/
Bütün ahbaplarım bana küstü mü?/
Kaldım mapushane senin elinden/
Kurtulaydım gardiyanın dilinden/
Mapushane önünde bir derin kuyu/
Kuyudan alırlar mahkumlar suyu/
Ne gelen var ne giden bütün gün uyu.’’