Tren, tam gün doğarken, ayçiçeği tarlalarının arasından bir nehir gibi akarken, "zaman" adeta dokunulur hissedilir bir şeye dönüşür. Göğün rengi hızla değişir. Gökyüzü, toprak, ağaç, göl, tarla, tapan ne varsa karanlıktan soyuna soyuna kendi rengini bulur. İnsan kendi takviminden bir yaprak gibi düşer yeni güne.
Gecenin gündüze, böyle dakikalar içindeki geçişi bana hep ürpertici gelmiştir. Kanım çekilir. Bu gün tüm varlık bir yaş daha yaşlanır ve bunu her 24 saatte bir yaşamaktadır.
Bir daha asla göremeyeceğin o günün, yaşanmışlıklar mezarlığına ağıtsız gömülür. O gün gördüklerinin tamamı ölüdür artık. Aynı yüze bakarken yıllar sonra farkedersin, her yeni gün gördüğün yüz dünki yüz değildir. Camdaki yansıma hep başka biridir.
Bu hayatta bir Hansel ya da Gratel gibi, her ânı bir ekmek kırıntısı gibi dökerek yürürüz. Yolumuzu kaybedince bıraktığımız izlere dönüp bakarız. Biz kimiz? Buraya nasıl geldik? Bu düşünceye, bu inanca, bu sükûnete, bu ağrıya, bu acıya, bu yaşa nasıl geldik?
Şu boya fırçasında biraz yorgunluk bıraktım, şu oklavada elimin lezzeti, şu havluya biraz ağlamak, şu vadiye bir bakış, şu tarlaya bir çekirdek attım. Benden başkasının tanımadığı izler bunlar. Geçtiğim yollarda hep yalnızım.
Yarım yüzyıl sonra kokumu kimse hatırlamayacak. Tüm sarılmalarım kimsesizler mezarlığına gömüldü bile bu sabah. Tüm vagon bu şaşırtıcı transferi uyuyarak karşıladı. Herkes uyurken bir sihirli değnek düne dair her şeyi yok etti ve tüm kaptanlar yeni bir zamana yelken açtı.
YORUMLAR