Misafir Yazar

Misafir Yazar

Alıntı makaleler
fatihten@gmail.com

Kentsel Dönüşüm Projesi İstanbul'un geleceği açısından çok önemli

15 Eylül 2022 - 21:53

 Bir Kentsel Ayrışma Örneği: Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi
                                   Burak Kalpaklıoğlu
                                       
Kentsel Dönüşüm Projesi İstanbul’un geleceği açısından çok önemli bir yer teşkil ediyor. 6306 sayılı Kentsel Dönüşüm Kanunu yürürlüğe girdiğinden bu yana İstanbul’da riskli alan üzerinde 377 bin 167 adet konut olduğu belirleniyor, bu da yaklaşık 11 bin dönüme tekabül ediyor ( Ekimci, 2014). Bu rakamlar ışığında, Kentsel Dönüşüm’ün İstanbul için bir gereklilik olduğu inkar edilemez bir gerçek gibi görünüyor. Ancak bu projelerin nasıl ve ne şekilde uygulanacağı, uygulandığı bölgelerde yaşayanların hayatlarına nasıl etki edeceği de bir o kadar önemli. Bugüne kadar  projenin uygulandığı bazı alanlarda  mülk sahiplerinin görüşünün alınmaması ve projeye dahil edilmemesi projenin uygulandığı yerlerde halkla devleti  karşı karşıya getiriyor. Bunun örneklerinden biri de 2005 yılında yenileme alanı ilan edilen ancak mahalle sakinlerinin ve sivil toplum kuruluşlarının baskısıyla 2010 yılında ancak temeli atılabilen Sulukule’nin Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleridir. Bu çalışmada Sulukule’deki sosyo-ekonomik değişim üzerinden Kentsel Dönüşüm’ün kent merkezini orta sınıflar için nasıl yeniden düzenlediğine ve dar gelirleri nasıl mülksüzleştirdiğini anlatacağım. Öncelikle Kentsel Dönüşüm uygulamalarının sebebi olarak görünen gecekonduların Türkiye’de hangi sebepler ışığında ortaya çıktığından bahsedip bugüne kadar gelip giden yönetimlerin gecekondu yerleşimlerine dair izledikleri politikalara örnekler vereceğim. En son da meseleyi Sulukule’ye bağlayıp asıl meramımı izah etmeye çalışacağım.
       Kavramsal Çerçeve
Kentsel Dönüşüm kavramı literatürde en geniş anlamıyla “Kentsel sorunların çözümünü sağlayan ve değişime uğrayan bir bölgenin ekonomik, fiziksel, sosyal ve çevresel koşullarına kalıcı bir çözüm sağlamaya çalışan kapsamlı bir vizyon ve eylem olarak tanımlanmaktadır. (alıntılayan, Ünsal ve Türkün, 2014, s.19) . Bu tanım etrafında düşünürsek eğer Kentsel Dönüşüm’ün uygulandığı mahallelerde mülk sahiplerinin çevresel ve güvenlik sorunlarına kalıcı çözümler getiren bir işlevi vardır. Ancak İstanbul örneğine baktığımızda Kentsel Dönüşümü başka kavramlarla beraber değerlendirmek durumundayız. Çünkü İstanbul’daki Kentsel Dönüşüm uygulamaları Bağdat Caddesi gibi bazı istisna örnekleri dışarıda tutacak olursak, uygulamanın yapıldığı yerlerde genel olarak bir sosyo-ekonomik değişimi beraberinde getirmiştir. Bu yüzden İstanbul’daki Kentsel Dönüşüm deneyimlerini “fonksiyonel ve ekonomik yönden artık iyileştirilemez hale gelen konutların yıkılması ve çoğunlukla düşük gelire sahip sakinleri olan bu konut bölgelerinin yeni tasarımlarla geliştirilmesi” ( alıntılayan Kaban E, 2011, s.6) anlamına gelen “yeniden geliştirme” (redevelopment) kavramıyla değerlendirebileceğimizi düşünüyorum. Esenleştirme ( rehabilitation) ise ıslah etme, onarma olarak tanımlanmaktadır. “Esenleştirmenin diğer dönüşümlerden ayıran en büyük özelliği bölgede bulunan mevcut halkın yenilemeden sonra da korunmasıdır.” (s.6). Esenleştirme yöntemi finansal olarak en maliyetli yöntem olsa da bölge halkı’nın en karlı olduğu yöntemdir.
 Türkiye’de Gecekondulaşmanın Tarihi
 Bugünkü Kentsel Dönüşüm uygulamalarını anlamlandırabilmek için öncelikle Türkiye’deki kentleşme sürecini ve gecekondulaşma’nın nasıl oluştuğunu anlayabilmenin önemli olduğunu düşünüyorum.  Cumhuriyet’in başından bugüne kadar olan kentleşme sürecini incelediğimizde, hükümetlerin farklı kentleşme politikaları izlediğini görüyoruz. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kentli nüfusun köylü nüfusa oranla daha az bir oran teşkil etmiştir. “Bu dönemlerde, iktisadi kalkınmanın devlet denetiminde gerçekleşeceği programlar uygulanmış ve kentlere göç sınırlı bir düzeyde kalmıştır. 1930’lu yıllarda nüfusunun dörtte üçü köy ve kırlarda yaşayan bir ülke olan Türkiye bu yıllar boyunca yoğun bir köylülük idealizmi ve propagandasına şahit olmuştur.” (Arlı, t.y, 233). Seçkinciler daha çok köylülerin köyde tutulması yönünde bir söylem ve politika benimsemişlerdir. Bu dönemler henüz Türkiye’de köyden kente göçün ve bunun sonucunda ortaya çıkan altyapı sorunlarının, ve gecekondulaşma sorunlarıyla karşılaşılmadığı dönemlerdir. Bu politikanın uygulandığı dönemlerde başarılı olduğu söylenebilir çünkü Türkiye’de o dönem köylerden kente yoğun göç ve bununla beraber altyapı yetersizliğinden kaynaklanan bir çarpık kentleşme sorunuyla karşılaşılmamıştır. 1950 sonrası ise bu politikanın değiştiği zamanlardır. Çok partili döneme geçilmesinin ardından Menderes dönemiyle beraber İstanbul ve Doğu Marmara sanayi yatırımlarının merkezi bir konumu haline gelmiştir.( alıntılayan, Arlı, 241). İstanbul’un bu konumu köyden kente göçü artırmıştır. Gelen yoğun göçü karşılamak için altyapısı yetersiz olan İstanbul, İzmir, Ankara gibi şehirler gecekondulaşma ve çarpık kentleşme sorunuyla karşı karşıya kalmışlardır. “1955’te gecekondu sayısı 50.000 iken gecekondulu nüfus 250.000 idi. Bu sayının kentsel nüfustaki payı %4.7’ydi. 1983’e gelindiğinde ise bu oran beş kat artmıştır. Gecekonduda yaşayan nüfus 1983’te 6.000.000’un üzerine çıkmıştır.” (Arlı, 243). 1950’li ve 1960’lı yıllarda köyden kente göçenlere konut edinme olanağı sağlanamamasından ötürü gecekondu yapımına devlet tarafından göz yumulmuştur ve gecekondu yapımı o dönemlerde meşru bir zemine oturmuştur. Bu dönemlerdeki kentlerin yapısını etkileyen en önemli olayın 1966 yılında çıkarılan Gecekondu af yasası olduğu söylenebilir. Bu yasa gecekondu alanlarının varlığını kabul ettiği için imar kanununa uygun olmayan gecekondular bu yasa ile beraber yasal bir çerçevenin içerisine girmişlerdir.( Tekeli,13 ). Bu çıkarılan yasa ile görüyoruz ki gecekondulaşma Türkiye’nin kentleşme sürecinde önemli bir gerçekliktir. Türkiye’de gecekondulaşma 1980 askeri darbesine kadar artarak devam etmiştir. 02.07.1981 tarihinde askeri yönetim yayımladığı bir bildiri ile gecekondu ülkede gecekondu yapımını yasaklamıştır. Daha sonra Turgut Özal dönemi de çıkarılan gecekondu affı kanunlarıyla geçmiştir. 1984 yılında 6785 sayılı imar kanunu’nun değiştirilmesiyle imar ve gecekondu mevzuatına aykırı neredeyse tüm yapılara af geliyordu. Daha sonra 2981 sayılı kanunda da değişiklikler yapılarak affın kapsamı genişletilmiştir.( Türkün, Ünsal, Yapıcı, 2014, ss.96-97). Yukarıdaki örneklerden de görüldüğü üzere 1980’lere kadar gecekondulaşmaya karşı müsamahakar politikalar izlenmiştir. Köyden kente göçen dar gelirli kitlelerin konutlaşma sorunu, şehrin bu dar gelirli kesimlere yaşam imkanı tanıyabilmesi gibi durumlardan ötürü gecekondulaşma bu dönemlerde yasal bir çerçeveye oturmuştur. Ancak 2000’li yıllarda gecekondu yerleşim bölgelerinin kalkınmanın önünde bir engel olarak algılanması ve Kentsel Dönüşüm uygulamalarının gecekonduları yıkarak buralardan mülk sahiplerinin tahliye edilmesi daha önce çıkarılan gecekondu aflarıyla tezat oluşturmaktadır. 20-30 yıl önce yapılaşmasına izin verilen yerleşimler ve hızlı kentleşmenin bir nevi geçici çözüm yolu olan gecekonduları bugün kentin tüm alanlarından söküp atmaya çalışmak uzun yıllar boyunca buralarda yaşamını idame ettirmiş ve artık oturdukları mahallenin kendileri için merkezi bir anlam taşıyan insanların tüm hayatlarının altüst etmektir. Eski TOKİ başkanı Erdoğan Bayraktar (2007) gecekondu yerleşimlerini tarif ederken şunları söylemiştir: “Terörün, uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanın, psikolojik olumsuzlukların, eğitimsizliğin ve sağlık problemlerinin temelinin gecekondu bölgeleri, çarpık alanlar olduğu bilinmektedir”. ( alıntılayan, Türkün, Ünsal, Yapıcı, 2013, s.108)   Gecekondulu kitlelerin kentle ne derece sağlıklı bir ilişki kurdukları, kente eklemlenme sürecinde yaşanan problemler ya da gecekondu mahallelerinin bugün söylendiği üzere suç ve çetelerin merkezi olup olmadığı daha geniş başka bir araştırmanın konusudur. Ancak şu tespiti yapmak sanırım yanlış olmayacaktır: Türkiye’de yeni değil uzun yıllardır varolan gecekondu olgusunun bu dönemlerde artık asayiş problemi şeklinde ele alınıyor olması kent merkezinin orta sınıflara ve onların beklentilerine daha uygun şekilde dizayn edilmek istendiğinin bir göstergesi. Yani bunun salt mimari bir mesele olmadığını gecekondularla beraber gecekondulu kesimin de değiştirilmek istendiğini görüyoruz. Bu yüzden başta da ifade ettiğim gibi bugünkü Kentsel Dönüşüm’ün uygulamalarını bir “esenleştirme” olarak değil yeniden geliştirme olarak tanımlamanın daha uygun olduğunu düşünüyorum. Şimdi bu “Yeniden Geliştirme’nin” belki de en somut örneği diyebileceğimiz Sulukule Kentsel Dönüşüm projesini açıklamaya çalışacağım.
Sulukule Mahallesinin Kısa Bir Tarihi
Sulukule İstanbul’daki Romanların çok eski bir yerleşim mekanıdır. Bazı kaynaklara göre Romanlar’ın ilk yerleşim yeri olduğu söylenir. “Sulukule’ye dair sınırlı sayıdaki yazılı kaynağa göre, Romanlar bu bölgeye 1054 yılında Hindistan’dan gelmiştir.( Güzey, 2009). Kentsel Dönüşüm’den önceki esas yerleşim yerleri olan Neslişah ve Hatice Sultan Mahallelerini ise 1960 yılında Vatan Caddesinin açılmasından sonra mesken edinmişlerdir. Cumhuriyetin ilk yılları ve sonrasında Sulukule eğlencenin merkezi olur ve ilk “eğlence evlerine” 1946 yılında rastlanır. Daha sonraki yıllarda da Sulukule’de eğlence evleri geleneği devam eder ve bu evler o bölgede yaşayan birçok insan için maddi geçimini sağladığı yer olur. Yaklaşık 3500 kişinin çalıştığı eğlence evleri mahallenin de ekonomik olarak kalkınmasını sağlar. 1994 yılında eğlence evlerinin tamamının kapanmasıyla Sulukule bölgesi yoksulluğa sürüklenir.( Çetken, 2011, s.39) tarihsel verilerin gösterdiği üzere Sulukule’de uzun zamandan beri eğlenceye dayalı bir yaşam alanı ve bunun sağladığı mahalleyi ayakta tutan bir maddi kazanç vardır. Roman kültürünün bir tezahürü olarak okuyabileceğimiz bu yaşam tarzı Sulukule’de uzun yıllardan beri bir mahalle kültürü oluşturmuştur ve bu mahalle kültürüyle insanlar dışa kapalı kendi aralarında bir sosyallik kurmuşlardır.
Sulukule’de Kentsel Dönüşüm
İstanbul Kentsel Dönüşüm ile beraber kentin yapısını radikal bir şekilde değiştiren bir dönüşüm süreci geçirmeye başlamıştır. Artık şehirdeki tarihi mekanlar ve yapılarda dönüşüm sürecinden geçebiliyor. 2005 yılında çıkarılan 5366 sayılı “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması” kanunu yerel yönetimlere de tarihi sit alanlarına müdahale imkanı veriyor. Bu kanunun sağladığı imkan ile Sulukule Kentsel Dönüşüm kapsamına alınan ve imara açılan ilk tarihi yerleşim bölgesi olmuştur. Sulukule’nin ayrıca kendine özgün bir mimari dokusu da vardır. “Avlulu evleri mekânsal olarak özgün bir tipolojiye sahiptir ve UNESCO tarafından İstanbul’un tarihi alanları için hazırlanan bir raporda kültürel bir değer olarak tanımlanmışlardır ( İngin ve İslam, 2013,s.170). Tüm bu tarihi ve özgün mekânsal yapısına rağmen Sulukule tamamen yıkılıp yeniden tasarlanmış ve 1000 yıllık bir kültür yok edilmiştir. Sulukule’nin yıkılıp bambaşka bir şekilde dönüştürülmesi tarihi sit alanlarının yok edilmesinin yanında Kentsel Dönüşümün şehrin yoksullarına kapattığı hayat alanlarına dair de bizi düşünmeye sevk ediyor. Yukarıda değindiğim gibi sosyal yapısı itibariyle alt gelir grubunun  toplumsal örgütlenmesini dışarıya kapalı bir şekilde kendi içerisinde dayanışma ağları kurarak oluşturan Sulukuleliler için Kentsel Dönüşümün yıkıcı bir etkisi olmuştur. Özlem Güzey ( 2009) Sulukule’deki mahalle kültürünün önemini şu şekilde ifade etmiştir: “Oturulan mekân bağlamında Roman mahalleleri, beklenilen yaşam kalitesini sunamamakla eleştirilse bile, bir varoluş mekânı olarak korunmakta ve sahiplenilmektedir. Mahallenin yerleşiklerine sunduğu dayanışma imkânı önemli görünmektedir.” Bu dayanışma imkanı şehirden dışlanan Sulukuleliler için hayati bir öneme sahiptir. Kentsel Dönüşümle beraber Sulukulelilerin bu dayanışma ağı da yok edilmiş oluyordu. Sulukule’nin çoğunluğunu oluşturan kiracı aileler için de dönüşüm süreci bir yıkım olmuştur. mahallenin çoğunluğunu oluşturan kiracıların buralarda ödedikleri kiralar diğer semtlere göre daha düşüktür. “Kiracıların % 13’ü 100 TL’den az, % 60’ı 200 TL’den az, % 80’i 300 TL’den az kira vermektedir. (alıntılayan Güzey, 2009). Kentsel Dönüşümle beraber evlerinin yıkılmasından sonra ise kiracılara bölgede kalmaları gibi bir seçenek sunulmamıştır. Sunulsa bile aylık 400-500 TL civarında ödedikleri kiranın çok üstünde bir bedelle 15 yıl boyunca ödemeleri istendi. Bunun dışında sunulan diğer seçenek ise Sulukule’ye 40 kilometre uzaklıkta kentin çeperinde yer alan Taşoluk’taki TOKİ konutlarında daire sahibi olmalarıydı ve  bu da projenin Sulukulelilerin yıllardır yaşadığı mahallelerinden uzaklaştırılmaları anlamına geliyordu. Aslı Kayak İngin ve Tolga İslam (2013) Sulukulelilerin bölgeden tecrit edilmeleri ve bunun ortaya çıkaracağı sonuçlar hakkında şunları söylemiştir: “Bir çok sakin Sulukule ve yakınında bulunan merkezlerdeki enformel işlerle geçimini sağlıyor ve mahalledeki uzun süreli ilişkilerden ve aile bağlarından destek alıyordu. Bu bağlardan kopan ailelerin 40 km. ötede bu imkanlardan uzak kalarak geçimlerini sağlamaları mümkün olamadı. Taşoluk’a giden 337 Sulukuleli kiracı ailenin birkaçı hariç neredeyse tamamı haklarını satarak Taşoluk’tan ayrılmak durumunda kaldı ve eski mahallelerinin çeperine, Karagümrük’e geri döndü.” İslam ve Bilgin’in açıkladığı üzere uzun yıllar boyunca mahallelerindeki enformel işlerle geçimini sağlayan ve mahallerinde kendi özgün kültürleriyle varolan Sulukulelilere mekânsal bir değişimin dayatılması Sulukulelilerin geçim kaynaklarına, kültürel tabanlarına ve sosyal dokularına bir müdahale anlamına geliyordu. Roman kültürünün kendine özgü müzik ve eğlence kültürünü de göz önüne alırsak TOKİ konutları gibi farklı kültürden insanların yaşadığı bir mekanda Sulukulelileri birarada yaşamaya itmek de yıllarca dışa kapalı bir sosyallikle kendi kültürünü ve hayat tarzını idame ettirmiş bir halka dayatılmış bir uygulamaydı. Yani, toplum tarafından  fiziksel, kültürel, düşünsel olarak dışlanmış ve toplumdan yalıtılmış bir yerde yaşayan  bir topluluğun bir anda sosyal entegrasyonunu tamamlamaları bekleniyordu oysa ki bu kolay değildi ve sonucu itibariyle de başarılı olmadı.  Ayrıca projeyle beraber Sulukule’deki sosyo-ekonomik değişim de Kentsel Dönüşüm’ün bölgede nasıl bir işlevinin olduğunu gösteriyor. Sulukule’de 300 bina yıkılıp yerine “Osmanlı Konakları adı altında 640  villa yapılmıştı. Yapılardaki bu değişim de devlet eliyle kent merkezlerindeki soylulaşmayı ve dar gelirli grupların şehirlerden tahliye edildiğinin göstergesi. Buna ek olarak Kentsel Dönüşüm’ün kente entegre olamamış toplulukları tecrit ederek kamu güvenliği alanında bir enstrüman olarak kullanıldığını da söyleyebiliriz. “Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın (2009) Kentsel Yoksulluk, Göç ve Sosyal Politikalar Komisyonu Kentleşme Şurası raporunda çöküntü alanları, varoş ve gettoların, “siyasal sisteme, toplum kültürüne ve bir bütün olarak var olan sisteme tehdit olarak algılandığı ifade edilmektedir.”(alıntılayan, Erkilet, 2013, s.84). Bu raporun verdiği ipucundan da anlaşıldığı üzere şu anki uygulanan kent politikalarını toplumsal, mimari yanlarının ötesinde siyasi bir gayeye de sahiptir.

Sonuç
“Öncelikle kenti üretenlerin o kentte yaşayan herkes olduğunu, kenti üretmenin ve kentin üretilmesine katılmanın o kentte yaşayan herkesin hakkı olduğunu kabul ederek tartışmaya başlayabiliriz”.(Göral,2013,s.94). Ardından bu tartışmayı Kentsel Dönüşüm  İstanbul’un yapısını tepeden aşağı değiştiren bir projenin kentin yığınlarına ne vaat ettiğini sorarak genişletebiliriz. Türkiye’de Kentsel Dönüşüm projesi İstanbul için ne kadar gereklidir ya da değildir bu teknik tartışmayı bir kenara bırakırsak Kentsel Dönüşüm’ün dönüştürdüğü hayatlar bizleri kent yoksullarının geleceği hakkında derin bir sorgulamaya götürmesi gerektiğini düşünüyorum. Sulukule örnekliği bizlere insanların hayattaki varoluş imkanlarının, kültürlerinin, yaşam alanlarının kendi iradeleri dışında nasıl altüst edildiğini gösteriyor. Sulukule’den sonra Ayazma’da ve Tarlabşı’nda da benzer süreçler yaşanmıştı. Bu örneklerle beraber ben  Kentsel Dönüşüm şu ana kadar ortaya çıkan sonuçlarıyla Kent merkezinden kent yoksullarının tahliye edildiği, buraların orta sınıfların beklentilerine uygun şekilde dizayn edildiği böylece kentin gitgide sosyolojik olarak daha da homojenleştirdiği ve şehirde mimari bir dönüşüm yarattığı kadar toplumsal bir dönüşüm de yarattığını düşünüyorum.
KAYNAKÇA
Arlı, A. “İstanbul’un Uzun Asrı: Dünya ve Türkiye Ölçeğinde”,(t.y) Büyük İstanbul Tarihi, 218-261.
Çetken, P. (2011). Kentsin Hafızasında Bir Travma: Sulukule Yıkımı ( Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Teknik Üniversitesi: İstanbul.
Erkilet, A. (2013) “Korku Siyaseti, Tahliyeler ve Kentsel Ayrışma”. İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali” içinde (ss.127-145) İstanbul: Sel Yayıncılık.
Göral, Ö. (2013) “Kenti Üretmek Kimin Hakkı”. Milyonluk Manzara: Kentsel Dönüşümün Resimleri içinde (ss. 93-121) İstanbul: İletişim Yayınları.
Güzey, Ö.  ( Nisan 2009) “Sulukule’de Kentsel Dönüşüm: Devlet Eliyle Soylulaştırma. http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=360&RecID=2022. Erişim Tarihi: 6 Ocak 2016.
İngin, A. İslam, T. (2013) “Bir Roman Mahallesinin Yeniden Tanzim Edilmesi”. İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali içinde ( ss. 167-179) İstanbul: Sel Yayıncılık.
Kaban, E. (2011). Kentsel Dönüşüm ve İstanbul İlk Uygulama Projesi: Sulukule. ( Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi: İstanbul.
Tekeli, İ. (1998). “Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Kentsel Gelişme ve Kent Planlaması”, 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık, Ed. O.Baydar, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, ss.1-24.
Türkün, A. Ünsal B. Yapıcı, M. (2014). “İstanbul’da 1980’ler Sonrasında Kentsel Dönüşüm: Mevzuat, Söylem, Aktörler ve Dönüşümün Hedefindeki Alanlar”. “Mülk, Mahal ve İnsan: İstanbul’da Kentsel Dönüşüm” içinde (ss. 79-122) İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
 





















 

YORUMLAR

  • 0 Yorum