TÜRK DİLİ VE LÂTİN ALFABESİ KONUSUNDA ALMANYA'NIN ATATÜRK'E BAKIŞI ÜZERİNE Prof. Dr. Nevzat GÖZAYDIN∗
Atatürk'ün Cumhuriyetimizin kurulmasından hemen sonra büyük bir hızla "muasır medeniyetler seviyesine" çıkabilmek için bir dizi inkılâptan gündeme getirdiğini, TBMM'de mevcut bazı muhaliflere rağmen Cumhuriyetin yaşatılabilmesi için önemli ve gerekli inkılâpların kanunlarla hayata geçirdiğini biliyoruz. Ancak bütün bu inkılâplarında aceleci davranmamış, Cumhuriyetin çok öncesinden düşünüp plânladığı işleri hazırlayıp uygulamaya koyabilmek için hep uygun bir zemin ve zaman bekleyişi içinde bulunmuştur.
Türkiye'deki okuryazar sayısının çok düşük olmasının ortaya çıkardığı sakıncaları iyi bilen Atatürk, hızlı bir okuma-yazma seferberliği için yaptığı hazırlıklarını, daha Bulgaristan'da askerî ataşe olarak görevlendirildiği yıllarda bitirmiş, sonuçta da Lâtin asıllı bir alfabenin kabul edilerek millete benimsetileceği düşüncesine varmıştır. Bu düşüncesini daha o yıllarda açıkça belirtmekten de geri durmamıştır. I. Dünya Savaşı'nın yenikleri arasında yer alan bir başka ülke de Almanya'dır. Türk istiklâl Savaşı, Sevr antlaşmasını tanımayıp yurdumuzun dört bir yanında düşmanlara karşı koyarken, Avrupa içlerinde kendi derdine düşmüş olan Almanya'nın hemen hiç yardımı görünmez.
Hatta İstiklâl Savaşı yıllarında Almanya elçilik bile açamamış, gerekli olan çeşitli işlemleri İsveç büyük elçiliği kanalı ile yapmayı yeğlemiştir. Her ne kadar Osmanlı imparatorluğu savaşın bitiminde, 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi'nin 23. maddesi gereğince savaş müttefiki Almanya ile her türlü bağını ve ilişkisini kesme zorunda kalmışsa da, basın yayın organları, ticaret, emeklilik ile çeşitli tazminat ve aylık ödemeleri vb. konularda yazışmalar ∗ DTCF Emekli Öğretim üyesi 80 sürmüş, işlemler devam ettirilmiştir. Aracılık yapan İsveç elçiliği sadece İstanbul'dan değil, Bükreş gibi yakın şehirlerden de taze bilgiler toplamakta ve bunları Stockholm'deki hükümetine aktarmaktadır, İstanbul'dan ve diğer kaynaklardan elde edilen bu bilgilere dayanarak, Stockholm'de görev yapan Almanya elçisi Nadolny, Cumhuriyetin kurulmasını izleyen aylarda Almanya Dış işleri Bakanlığına bir rapor göndermiştir.
Bu raporunda, yeni Türk Hariciye Vekâletinin İstanbul'da temsilciliğini yapan Dr. Adnan (Adıvar) Bey'in 3 Aralık 1923 tarihinde İsveç elçisine Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya arasında bir dostluk anlaşmasının imzalanmasını, bundan sonra da her iki ülkenin diplomatik ilişkileri yeniden başlatmasının mümkün olduğunu, Türkiye tarafının bundan memnunluk duyacağını belirtmiştir. Almanya Dış işleri Bakanlığı da bunun üzerine 5 Ocak 1924 tarihinde Bükreş büyük elçisi Dr. Hans Freytag'ı ilk görüşmeleri yapmak üzere İstanbul'a göndermeyi kararlaştırmıştır. Yapılan görüşmeler sonunda ilk antlaşma 3 Mart 1924 tarihinde Ankara'da imzalanmış ve Almanya Türkiye'ye biraz önce sözünü ettiğimiz Rudolf Nadolny'yi büyük elçi olarak görevlendirerek göndermeyi kararlaştırmıştır.
16 Haziran 1924 tarihinde Ankara'da Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'ya güven mektubunu sunan Nadolny, Alman büyük elçiliğinin diğer büyük Avrupa ülkelerininki gibi İstanbul'da değil de Ankara'da inşa edilip açılacağını belirtince, duyulan memnuniyetin büyük olduğunu, Türklerin buna bir hayli önem verdiğini raporlarında belirtir. Böylece Ankara'da daha ilk günlerden itibaren olumlu bir hava yaratan Nadolny, Atatürk ile çevresindekilerin çalışmalarını çok yakından izlemiş, görüş ve düşüncelerini de değişik tarihlerde çeşitli raporlarla Alman Dış İşleri Bakanlığına aktarmıştır.
Almanya büyük elçisi Nadolny'nin yeni Türkiye'de olup bitenleri Ankara'dan izlemesi, onun raporlarını önemli bir belge hâline getirmektedir. Özellikle inkılâpların öncesi ve sonrası ile ilgili raporlarında değişik ve çarpıcı gözlemleri, düşünceleri ve tahminlerine rastlamaktayız. Türk alfabesinin değiştirilmesi ve Türk dilinin bu sayede sadeleşebileceğini bir raporunda belirtmesi de ilginçtir. Alfabe değişikliği ile ilgili daha 1926 yılından itibaren Berlin'e gönderdiği raporlarda kabul edilmesi düşünülen harflerin Alman görüşüne Fransızcadan daha yakın bulunduğunu söylemesi, bir bakıma Almanya-Fransa dış politika çekişmesinin de doğal bir sonucudur.
Nadolny'nin daha eski tarihlerde, 1916 yılında da İstanbul'da görevli olarak bulunduğunu, Türkleri iyi tanıdığını, yeni görevlendirme sırasında bu 81 eski gözlem ve bilgileri de akılcı ve tutarlı bir biçimde değerlendirdiğini de bu arada belirtmemiz gerekir. Harflerimizin değiştirilmesinin yurt dışındaki etkileri ve tepkileri çok az ölçüde yurt içine yansıtılmıştır. Özellikle Türkiye'de görevli bulunan yabancı elçilik mensuplarının bu tarihî gelişmeye ve değişmeye nasıl baktıkları ve yaptıkları yorumlar konusunda Sayın Bilal Şimşir'in eserinde (Türk Yazı Devrimi, Türk Tarih Kurumu yayını, Ankara 1992) bir hayli bilgi bulunmakta ise de, Almanya ile ilgili bir tek satır bulunmamaktadır. Herhangi bir belgeden söz etmeyen yazarın bu eksikliğini Alman Dış işleri Bakanlığı arşivinde bulduğumuz belgeler ile biz gidermeye çalışmak istedik.
Şimdilik birkaç belgedeki ifadeleri aktaracak ve Alman büyük elçisi Nadolny'nin Türk diline, kültürüne, alfabe değişikliğine nasıl baktığını aktararak okuyucularımıza bilgi vereceğiz. Nadolny, 19 Eylül 1926 tarihli raporunda alfabenin şimdilik değiştirilmediğini, sonraki yıllara bırakıldığını belirttikten sonra kendi politikaları açısından aynen şunları söylemektedir: "... Çok anlamlı olan yeniliğin uygulanması sırasında hemen ele alınacakken önemli sorunu, çeviri yazı konusudur. Türklerin daha sonraları, söz gelimi Fransızca gibi romanistik çevreden belirli bir dilin öğrenilmesinde kolaylık sağlayacak herhangi bir çeviri yazıyı seçmeleri halinde, bu, Türkiye üzerine kültürel bir etki sağlamak isteyen bizlerin çabaları bakımından şüphesiz ki aleyhimize olacaktır. Bundan dolayı benim çabalarım herhangi bir etkim olursa dil bakımından en yakın olan Macar çeviri yazısının desteklenmesi yolunda olacaktır”.
Nadolny daha sonra aynı konu üzerinde de durmuş ve l Şubat 1927 tarihindeki raporunda da şunları söylemiştir: “Arap yazısının Latin harfleriyle karşılanması sorunu, ilk haberin verildiğinden beri herhangi bir gelişme kaydetmemiştir. Ankara'da bir dil komisyonu oluşturulacaktır. Bunun başkanı olarak da, ya eski muhalif gazeteci Hüseyin Cahid Bey veya İstanbul Üniversitesi kıdemlisi Köprülü Zade Fuad Bey’in adları veriliyor. Fuad Bey'in Latin yazısının alınmasına karşı koyması beklenirken birinci isim şüphesiz komisyonda kendisine hükümet tarafından belirtilmiş olan kararlara ağırlığını koyacaktır. Bu arada yeniliğin mecburiyeti hakkındaki düşüncelerin çatışması, basında ve kulislerde devam etmektedir. Politik olmayan bilimsel bir ağızdan bir hüküm elde etmek için burada ikamet eden Avusturyalı Türkolog Dr. Witteck'ten bu sorun hakkında bir not hazırlamasını rica ettim.
Bunun üzerine Witteck 82 kültürü ve bilimselliği göz önünde tutarak Latin yazı işaretlerinin alınışının istenmeyeceği ve hemen hemen hiç altından kalkılamayacak zorlukları ortaya çıkaracağı sonucunu ortaya koyan ve ekte sunduğum raporunu verdi. Buna rağmen adı geçenin Profesör Fuad Bey tarafından aynen kabul edilecek bu iddiasının Türk hükümeti üzerinde devamlı bir etki yapacağına inanmıyorum. Ve daha ziyade, insan Ankara'da inançlara ulaşıp bütün endişeleri bir tarafa bıraktığında, bu yeniliğin diğer birçokları gibi, şimdiye kadar reform programlan çerçevesinde, zorluklar ve masraflar göz önüne alınmaksızın, zamanının geldiğinin belirleneceğim tahmin ediyorum."
Almanya büyük elçisi Nadolny bu raporunun hemen arkasından 23 Şubat 1927 ile 29 Nisan 1927 tarihlerinde de iki rapor göndererek konunun önemini belirtmiştir. Şimdi bu iki rapordakilere bir göz atalım: "Ekte yeniden sunulmuş olan "Börsenblatt für Deutschen Buchhandel" (Almanya Kitap Ticaretinin Borsa Gazetesi)'da Türkiye'de Latin alfabesinin girişiyle ilgili olarak belirtilen not, daha önce ayın 17'sinde A 314 nolu raporumda bildirmek şerefine nail olduğum gibi, gerçeklerle uyuşmamaktadır. Latin harfleri henüz kabul edilmemiştir. Ancak bu yeniliğin olup olmayacağı ve ne zaman uygulanacağının göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Belki bu not, özel adların Türk yazısı ile yazılması sonucunda ortaya çıkan çeşitli bozuklukları ve yanlış anlamaları engelleyecek uygun bir önlem olup Türk makamlarının Türkçe olmayan özel adların resmî yazılarda imkânlara göre Latin harfleriyle yazılması konusunda gerekli işaretleri aldıkları gerçeklerine dayanmaktadır."
Ve işte 29 Nisan 1927 tarihli rapor: "Hükümetin talimatı üzerine Latin yazısının kabulü sorununun araştırılması için İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde oluşturulan komisyon şimdiye kadar çalışmaya başlamamıştır. Göründüğü kadarıyla, sanki bu projeden muvakkaten vazgeçilmiştir. Bununla ilgili diğer haberleri ulaştırma hakkımı kendimde saklı tutuyorum." Bunun gibi daha birçok bilgi veren önemli belgeler var. Burada son olarak alfabe değişikliği öncesindeki son raporu da aktararak sözlerimizi tamamlamak istiyorum.
Alfabe değişikliğinin diğer kültür kurumlarını nasıl etkilediğini, ticaret ve din hayatını nasıl bir geleceğin beklediği konusundaki görüşleri içeren belgeleri bir başka yazıya bırakarak Nadolny'nin 31 Temmuz 1928 tarihli raporunu aktarmak istiyorum: 83 "Latin harflerinin kabulü ile ilgili komisyonun çalışmaları üzerinde komisyonun bir üyesinin bildirdiğine göre, birkaç Macar ve eski Latince harfin dışında, yeni yazı için Alman alfabesi tercih edilmiş ve Fransızca uygun değildir diye reddedilmiştir. Belli olan 23 harfin dışında yeni alfabe 4 yeni harfi de içine alacaktır.
Basitliğe büyük değer verilmektedir. Komisyon, ilk ve ortaokullarda yedi yıllık bir süreyi, sonraki yedi yılı da resmî dairelerin yeni yazıyı genelleştirmesi gerekeceğini hesaplamaktadır. İsmet Paşa'nın teklifi kabul etmesi ve Gazi'nin karar verdiği gibi, reforma başlaması muhtemeldir, ilk önce sonbaharda şimdiye kadarki çalışmaların kontrol edilmesinin yaygınlaştırılmasını sağlayacak olan büyük bir kongre toplantıya çağrılacaktır." Bütün bu orijinal belgeler, şu anda Bonn'da Almanya Dış İşleri Bakanlığının arşivinde yer almaktadır. Yazımızı bitirirken bu arşivde bana çalışma fırsatı veren Ausvvârtiges Anıt yetkililerine, çalışmamı destekleyen Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığına teşekkürlerimi de dile getirmek zevk duyacağım bir görevdir.