Geçen ramazan da paylaşmıştım...
İşte sizi iftara götürecek bir yazı okumaya başlayın, yazı bittiğinde iftar topu da patlar.!
Lakin keyif alacağınızın garantisi benden...
1970'li yıllardı. Taşhan'da ortaokul yeni açılmıştı.
"Taşhan ne?" diye soracaksınız biliyorum.
Taşhan; Of-Çaykara yolu üzerinde bulunan bir yerleşke.
10'dan fazla köyün uğrak yeri lakin tarihinden beri ne köy olmuş, ne nahiye olmuş çoğu belde belediyelerinden güçlü esnaflar barındıran ve o nisbette alışveriş yapılan bir pazar yeri.
Karakolu vardı birkaç yıl oldu kaldırıldı. Hastanesi var, postanesi var. Fen lisesi ve sağlık meslek lisesi var. İmam-hatip zaten olmazsa olmazlardan.(orta kısmı var)
Ben bildim bileli en az 3 lokantası olur ve akşama yemekleri kalmazdı.
İşte bu bahsi geçen yerde yıllar evvel ortaokul açıldı ve bizler ilk öğrencileri idik.
Ben 5 yaşında ilkokula, 10 yaşında ortaokula başlamıştım. Ne tesadüftür ki, ben mezun olur olmaz ortaokul açıldı, haliyle ilk öğrencilerinden oldum.
Oysa ki, 5-6 yıl ara verenler bile "hazır yakına ortaokul gelmişken" düşüncesiyle okula başladılar.
Düşünsenize, kocaman delikanlılar okula geliyor.
Tıraş oluyorlar, kızların ise göğüsleri neredeyse önlüklerine sığmıyordu.
Ben onların bir bacağı kadar yoktum lakin yaramazlıkta olamazdı benden ileri; ne karaların, ne denizlerin cinleri.
O derece yani.
Okula mahalle mahalle giderdik. Kızlar siyah önlük giyerdi. Erkekler ise kumaş pantolon ve ceket. Yalnız şapka zorunluluğu vardı. O şapkaları okul çıkışında ya futbol topu gibi şutlardık, yahut arabaların altından geçirmeye çalışırdık.
Allah uzun ömürler versin, okulumuzun kurucu müdürü Murat Cihan idi.
Bu müdür beni çok severdi; aramızda adeta güçlü bir sevgi bağı oluşmuştu.
Sevgi bağı da şöyle oluştu; bir derste müdür bizlere "okula müfettiş gelecek, sakın çekinmeyin ondan. Size sorular sorar, eğer cevabı biliyorsanız çekinmeden parmak kaldırın, gönül rahatlığı ile verin cevabınızı". Nihayet müfettiş müdür ile birlikte sınıfa geldi. Hoş-beş tanışma faslından sonra asıl konuya gelindi. Müfettiş sordu; "Dizlerinin bağı çözülmek deyimi ne anlam taşır.?"
Hemen parmak kaldırdım.
-söyle evladım
-hocam, anı bir eylem, olay, hareket karşısında ürkmek, korkmak anlamı taşır.
-Pekiiii, bu deyimi cümle içerisinde kullanabilir mısın?
-Elbette hocam; Müfettiş bey sınıftan içeri girince dizlerimin bağı çözüldü.!
Bundan sonraki övgüleri, ıvır zıvırı yazmayacağım.
Benim bu acarlığım müfettişe karşı müdürümüzün yüzünü ak çıkarmış ki, gönül köprülerimiz kuruldu.
Gelelim asıl mevzuya.
Başta söylemiştim; mahalle mahalle okula gidiyorduk.
Mayısın sonları idi, karlar dağlarda erimiş, doğa bütün güzelliklerini ortaya sermiş, mezireliklerde ve fındık bahçelerinde rengarenk menekşeler, papatyalar açmıştı.!
Dallarda serçe, evlerin duvarlarında kırlangıç yuvaları cıvıl cıvıl idi.
Bizim mahalleden küçükten büyüğe doğru ben, Necati Bulut, Hüsnü Özcan, Yılmaz Bulut ve Nafiz Bulut birlikte okula gidiyorduk. Hangimizden çıktı hatırlamıyorum aklımıza bir fıkır geldi; "yarın mezireye gidelim ve evlerimize 'okulca geziye gideceğimizi' söyleyelim. Evden ona göre herkes tava, tencere, çaydanlık, pasta, suda pişmiş yumurta; hülasa getirebildiğini getirsin".
Nafiz içkiye ta o zamanlar başlamıştı, sigara dersen birçoğu içiyordu. O da kendince birasını, birinci sıgarasinı aldı ve dağın yolunu tuttuk. Müsait bir yerde konakladık, topumuzu oynadık.
Acıktık. Sıra geldi yemek faslına. Yemek, çay tamam da bir bardak eksik.!
Büyükler dedi ki; " en küçüğümüz Tahir ile Necati, onların arasında kura atalım".
Ben dedim kuraya gerek yok, sonra içerim, zaten en küçük benim". Necati ilk gıcıklığı orada yaptı; hemen bardağı aldı, doldurdu. Büyükler bu davranışına kızdı, bardağı elinden alıp bana verdiler. O hırslanıp ağlamıştı.!
Bira zaten içmem, sıgaralardan da bir dal bile düşmedi hisseme.!
Buraya kadar her şey güzel tamam da bir şeyi hesap edememiştik.
Yılmaz'ın dedesi Dursun efendi her gün Taşhan'a giderdi.
O gün de gitmiş, müdürü görmüş Taşhan'da. "Hayrola hocam, sen çocuklarla geziye gitmedin mı? Yalnız mı gönderdin çocukları, ya bir şey olursa onlara"?
Müdür kurt idareci, anlayışlı adam, bir bahane uydurmuş Dursun efendiye.
Eve gelmiş, Yilmaz'a müdürü gördüğünü söylemiş dedesi. Biz o zaman anladık ki, okulda ifadeye çekileceğiz, idam fermanımız verilecek.
Hemen bir yalan senaryo yazılıp her birimize ezberletilmiş; "dayaktan ölsek de, okuldan kovulsak da bu yalan senaryonun dışında kimse tek kelime etmeyecek" diye and içilmiş.
Ertesi gün okula gittik, süt dökmüş kedi gibi sınıflarda otururken hademe geldi ve "şu şu şu kişileri müdür odasına çağırıyor" dedi.
İste o zaman değil diz bağı çözülmesi, uçkur bağı bile çözüldü.!
Gittik üst kattaki müdürün odasının kapısına. Kapı açıktı.
İlk beni çağırdı.
"Gir ve kapıyı çek" dedi.
Daha 11 yaşında bile değilim, tir tir titriyorum.!
"Oğlum anlat" dedi.
"Korkmana gerek yok, olan oldu, önemli olan şimdiden sonrası. Yalan her şeyi berbat eder, asla yalan söylemeyeceksin ki, sana olan sevgim yok olmasın. Bu tür yaramazlıklar sık sık olmamak koşuluyla çocukların hakkı. Yarın büyüdüğünüzde çocukluk hatırası olarak anlatılacak malzeme olmalı insanın elinde değil mi? İşte bu sizin malzemelerden biri. Burada önemli olan dürüst olmak. Biz çocuk öldürecek değiliz ya; doğrusunu anlat".!
Bu sözler üzerine andıma sadık kalamadım, açtım gerçeğin torbasını, içindekilerin bütününü serdim müdürün masasının üstüne.
Dinledi. "Peki tamam" dedi, "Sen çık Necati gelsin".
Çıktım, Necati'ye girmesini söyledim.
O girince diğerleri, ne söylediğimi sordu.
Ben de "gerçeğı olanca haşmetiyle anlattim" dedim.
Bu sefer şöyle bir karar aldık; "madem Necati orada gıcıklık yaptı, bırakalım o yalan senaryoya sadık kalsın, biz de senin gibi gerçekleri söyleyelim".
Öyle de oldu, Necati çıktıktan sonra diğerlerini tek tek çağırdı ifadeye. Nasıl ifade verdiğini
Necati'ye sorduk; O da senaryoya sadık kaldığını söyledi.
Biz de senaryoya sadık kaldığımızı söyledik.
Herkesin ifadesi bittikten sonra müdür tekrar Necati"yi odasına çağırdı.
Bu sefer dananın kuyruğu koptu işte.
Bağırıp çağırmanın yanında bir de sanki odada top var, o topla birisi sert şutlar çekip odanın köşelerine vuruyor.!
Epey bir zaman gerçeği Necati'den sakladık.
Şimdi diş teknisyenliği yapan bu akrabam olayı her anlattığımda bana Murat Cihan'ın yüzünden okumadığını, Ona hakkını helal etmeyeceğini söyler.
Murat hoca iyi bir edebiyatçıdır. 7 tane kitap yazmıştır. Programcı ve sunucudur.
Sanırım 10 taneden fazla tv programını birlikte yapmışız. Radyo programlarına canlı yayın konuğu alır beni.
Zaman zaman geçmişi yad ederiz ve onunla olan birçok maceramızı anlatırız lakin Necati'nin ona kırgın olduğunu hiç söylememişim kendisine.
Benim öncülüğümde zaman zaman eski hocalarımı bulur, görüşürüm ve bunu da okul arkadaşlarımla paylaşırım.
Bazıları der ki; " Ben o hocayı hiç sevmem, bana tokat atmıştır".
Yahu arkadaşlar, tokat attı diye sevmeyecek biri varsa o da benim; yediğim dayakları tuz vapuru çekmez.
Kırgınmıyım; değilim.
Yediğim dayaklar az bile.!
Kendimi hocalarımın yerine koyuyorum da, aynı şeyleri bana öğrencim yapsa Allah korusun elimden bir kaza bile çıkabilir.!
Değerli hocalarımın hepsine minnettarım; ölenlerine rahmet, sağ olanlarına hayırlı-sağlıklı ömürler diler, en kalbi muhabbet, hürmetlerimi sunarım.
Tahir Bulut
Bu yazıyı sonuna kadar okuma zahmetine katlanan insan sabır testinden geçmiştir...
YORUMLAR