CUMA NAMAZI
Tarih boyunca mü'minlerin üzerinde hassasiyetle
durdukları konulardan birisi de, cum'a namazıdır. İran
da şahlık rejiminin yıkılıp, yerine İslâm cumhuriyetinin
kurulmasından sonra, "Dünya Cum'a İmamları Kongresi" adı
altında toplantılar düzenlemeye başlanmıştır. Bu arada;
Tahran da milyonluk cum'a cemaatinin toplanması herkesin
ilgisini çekmiştir. Bu ilgi; cum'a namazının edâsının
şartlarını gündeme getirmiş ve ilmi seviyede tartışmalar
başlamıştır. Şimdi bu konu üzerinde duralım.
Cahiliye döneminde, haftanın günleri arasında "cum' a"
diye bir gün yoktur. Araplarının arûbe adını verdikleri
günün ismi (cum' a ile ilgili ayet-i kerime nazil
olduktan sonra) "cum' a" ismiyle anılmaya
başlanmıştır(1) Cum'a kelimesi; ictimadan alınma bir
isimdir. İctima, bir araya toplanmak mânâsınadır. Gerçi
cemaatle kılınan her namazda toplanma vardır.
Fakat cum'a namazı; içlerinde cum'a kılınmayan
mescidlerin (Maalesef bugün böyle bir durum yok)
cemaatlerini de bir araya topladığı için, adetâ
cemaatlerin cemaatidir(2) Nitekim İbn-i Abidin:
"Cuma günü büyük camiden başka
şehirdeki bütün küçük mescidler kapanır. Tâ ki onlara
cemaat toplanmasın. Bunu Sirâc'dan naklen Bahır sahibi
söylemiştir. Büyük caminin (cum'a camü) açılması ise
zaruridir. Zâhire bakılırsa cemaat toplanmasın diye
cum'adan sonra büyük cami bile kapanır. Meğer ki
şöyle denile; `âdet, cemaatın vaktinden evvelinde
toplanmasıdır. Binaenaleyh cum'a kılınmayan sair
mescidlerin kapanması, cemaat bu camiye gelmeye mecbur
olsun diyedir bu izaha göre mescidler cum'a namazı
kılınıncaya kadar kapanırlar. Lâkin cum'adan sonra
açmaya bir sebeb kalmadığı için ikindiye kadar kapalı
kalırlar. Sonra bütün bu söylenenler cum'â dan başka bir
namaza gitmekten mübalağalı bir şekilde menetmek ve onun
kuvvetli bir namaz olduğunu göstermek içindir"(3)
diyerek, önemli bir noktaya işaret eder.
Esasen cum'a namazı, bir şehirde,
tek bir camide kılındığı zaman, asr-ı saadetteki
tatbikat gerçekleşmiş olur.
Cum'a namazı, kitap, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı
fûkaha ile sübût bulmuş muhkem bir farizadır. Aynı
zamanda mü'minlerin itaat şuurunu ayakta tutan ve onları
kâfirlerle uzlaşmaz bir noktaya getiren bir ibadettir.
Ehl-i Sünnet'in akaid kitaplarında,
imametin niçin zarûri olduğu izah
edilirken, bu konu üzerinde hassasiyetle durulmuştur.
Cum'a namazının edâsının şartları, mükellefin dışında
arandığı için, bütün mü'minler bu konuda hassas olmak
durumundadırlar. O şartlardan
herhangi birisi ortadan kalkarsa, bütün mü'minler o
şartın tahakkuku için gayret sarf ederler. Kâfirlerin ve
mürtedlerin istilâsı altında iken: "Efendim,
ûlû'lemr'in izni ihtilâflı bir konudur..." diye söze
girip mü'minleri küfür ahkâmına
razı etmeye çalışmak, büyük bir cinnettir. Hiçbir ilim
ehli, bu yola tevessül edemez. Günümüzde bu
yola tevessül eden ve müslümanların "İslâm cemaatini
kurmaları" hakkını savunmayan kimselere rastlanmaktadır.
Cum'a (cemaat) namazı, cihad şuurunu ayakta tutan bir
ibadettir. Hepimizin hatırladığı gibi; Fransızlar'ın
Maraş'ı istilâsı sırasında "Cum'a şuuru" gündeme girmiş
ve küfre karşı büyük bir kıyam gerçekleşmiştir. Cum'a
günü; Maraş'ın ulu camisinde (ki ulu camiler, cum'a
camidir) toplanan müslümanlara Rıdvan Hoca (rha) şöyle
haykırmıştır: "Müslümanlar!... Bu akşam Maraş kalesinden
bayrağımız indirilmiş yerine Fransız bayrağı
çekilmiştir. Cum'a namazının bir insana farz olması için
onun hür olması gerekir. Fransız bayrağı o kaleden
indirilmediği müddetçe, bu beldede gayrı Cum'a
kılınmaz." (4) Rıdvan Hoca (rha)'nın bu açık ve yiğit
tavrı; Maraşlı müslümanları, kanları ve canları pahasına
da olsa, İslâm topraklarının müşriklerden temizlenmesi
gerektiği şuuruna erdirmiştir. Sütçü İmam'ın (rha) tavrı
da, hepimizce malumdur. Cum'a
namazının dârû'l-İslâm ve cihad şuurunu ayakta
tuttuğunun en yakın misâllerinden birisi de; Cezayir
müftüsünün, müstevli kâfirlerin izniyle cum'a
kılınamayacağına dair fetvasıdır. Nitekim Cezayirli
müslümanlar, binlerce şehid vererek, müstevli kâfirleri
hezimete uğratmışlardır. Tabii bunlar hep güzel
misaller!.. Afganistan'da; müstevli kâfirlerin maşası
Babrak Karmal gibi bir komünisti, ulû'l-emr ilân eden
Şeyh Bahaüddin Ağa gibi tiplerin varlığını da biliyoruz.
Allahû Teâla (cc)'nın muhkem ayetlerini bir kenara itip,
hevâ ve heveslerini esas alarak, kâfirlerin velâyetini
kabul eden bu tiplerin sayısı hızla çoğalmıştır.
İdeolojik eğitimlerin sonucunda, ibadet ile âdeti
birbirine karıştıran, geniş bir kitlenin varlığı da
malûmdur. Müşrik düzenlere
midelerinden bağlı olan ve rızk endişesiyle kıvranan
kimselerden, İslâm'ın temel hedeflerine hizmet
etmelerini beklemek gülünç olur. Resûl-i Ekrem (sav)'in:
"Cihad kıyamet gününe kadar devam edecektir"(5)
buyurduğu malûmdur. Mü'minler; başta kötülüğü emreden
nefisleri olmak üzere, yeryüzünde fitneden eser
kalmayıncaya kadar cihad etmekle memurdurlar. Şimdi
cum'a namazının mahiyeti üzerinde duralım.
Kur'ân-ı Kerim'de: "Ey iman edenler!.. Cum'a günü namaz
için çağrıldığınız vakit, hemen Allah'ı zikretmeye gidin
alış-verişi bırakın. Bu bilirseniz sizin için çok
hayırlıdır."s hükmü beyan buyurulmuştur. Bu âyet-i
kerime mücmeldir. Şöyle ki: (a) Âyette cum'a namazı
zikredilmemiş, mutlak olarak namaz zikredilmiştir. (b)
Cum'a günü; şer'i bir gün olduğuna göre, fecir vaktinden
güneşin kavuşma zamanına kadar olan süre söz konusudur.
Hangi vakitte çağrılacağımız da zikredilmemiştir. (c)
Ayetin başında yer alan "ey iman edenler" hükmü, Arapça
gramer kaidelerine göre umumi bir beyandır. Halbuki
cum'a namazının kadınlara ve kölelere farz olmadığı
hususunda icma vardır. Nitekim İmam-ı Münzir: "Kadınlara
cum'a namazı farz değildir"(70) hükmünde müctehid
imamların ittifak ettiğini, hiçbir ihtilafın olmadığını
zikretmektedir. Dolayısıyle her mücmel emirde olduğu
gibi, bu âyeti kerimeyi de Resûl-i Ekrem (sav) tefsir
etmiştir. Müctehid imamlar; Resûl-i Ekrem (sav)'den
gelen emirleri esas alanlara, cum'a namazının vücûbunun
ve edâsının şartlarını açıklamışlardır. Hz. Câbir (ra)'den
rivayet edilen bir hadiste Resûl-i Ekrem (sav) şöyle
buyurmuştur: "Allahû Teâla (cc)'ya ve âhiret gününe iman
eden bir kimseye cum'a namazı farzdır. Ancak seferi
halde bulunan kimseye, kadına, çocuğa, köleye ve hasta
olana farz değildir. Kim bir takım eğlence veya ticarî
işlerinden dolayı cum'a namazına gitmeyip, ondan kendini
müstağni sayarsa, Allah (cc) da rahmetini ve mağfiretini
ondan uzak tutar. Zira Allah (cc) kimseye muhtaç
değildir. Resûl-i Ekrem (sav) her şeyden müstağnîdir,
hep övülmeye lâyıktır." (8) Resûl-i Ekrem (sav)'in bu
emirlerini esas alan hanefi fûkahası, bir kimseye cum'a
namazının farz olması için, şu şartların bulunması
gerektiğinde ittifak etmiştir: 1. Hür olmak 2. Erkek
olmak, 3. Mûkim olmak, 4. Sıhhatli bulunmak. Bu dört
şart Kâfi'de zikredilmiştir. 5. Yürümeye gücü yetmek. Bu
şart Bahru'r Raik'te zikredilmiştir (9) Bir kimse:
"Efendim, cum'a namazını emreden âyette `Ey iman
edenler' diye başlanılmıştır. Dolayısıyle ben bu
şartları kabul etmem" derse, kendisine "Cum'a namazının
kaç rek'at olduğunu ve nasıl kılınacağını ayetle isbat
et... Ayrıca ayette vakit tasrih olunmadığına göre hangi
vakitte kılacaksın?" sualini sorarız!.. Bu bizim en
tabii hakkımızdır. Maalesef son yıllarda, müctehid
imamların hukukuna tecavüz hareketi büyük bir hız
kazandı. Bunun değişik sebepleri vardır.
Cum'a namazının vücûbunun şartları, namaz kılanda
aranır. Ancak edâ edilmesiyle ilgili şartlar (yani
edâsının şartları) mükellefte değil, onun dışında aranan
şartlardır. Nitekim İbn-i Abidin: "Cum'a namazının sahih
olması için yedi şart vardır. Bu hususta Nehir'de şöyle
denilmiştir. "Cum'anın vücup ve edâsı için birtakım
şartlar vardır. Bunların bazısı namaz kılanda, bazısı
başkasında aranır. Şartları (edâsının) bulunmazsa edâ
sahih olmaz. Fakat vücûbunun şartları bulunmazsa edâ
sahih olur"(10) diyerek bu inceliği işaret etmiştir.
Şimdi cum'a namazının edâsı için geçerli şartlar
üzerinde duralım:
Birinci Şart: Cum'a namazını
kıldıracak kimse; mü'minlerin ulû'l-emri (sultanı,
imamı, vs.) veya onun izin verdiği kimse olmalıdır. Hz.
Câbir (ra)'den rivayet edilen hutbede Resûl-i Ekrem
(sav)'in: "Her kim benim hayatımda veya benden sonra,
âdil veya câir bir imamı (ulû'l-emri) olduğu halde cum'a
namazını, hafife alarak veya vücûbunu inkar ederek terk
ederse, Allah (cc) onun dağınık işlerini toplamasın, iki
yakasını bir araya getirmesin"(11) buyurduğu malûmdur(12).
Akaid kitaplarında, halife ile cuma namazı arasındaki
münasebet izah edilmiştir. Bütün akaid kitapları hanefi
fûkahası tarafından kaleme alınmadığına göre, bunun
mezhebi bir tavır olarak nitelendirilmesi yanlıştır.
Kaldı ki "Dört şey imâmın (ulû'l-emr'in) hakkıdır: Hadd
cezalarını tatbik etmek, ganimetleri mücahidler arasında
tatbik etmek, cum'a namazını kıldırmak ve zekâtı
toplamak"(13) hadisinde de aynı muhteva mevcuttur.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafımdan yayınlanan Sahih-i
Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi
isimli eserde: "İmamı Azam Ebû Hanife (rha)'nin kavline
göre devletin (Ulû'lmr'in) izni olmadıkça cum'a namazı
sahih olmaz. İmam-ı Mâlik ve Şafi ve Ahmed'e göre,
izinsiz kılmamak müstehap ise de kılmakta sıhhate mâni
bir şey yoktur..." (14) denilerek, konunun bütün
müctehidlerce gündeme getirildiğini kaydetmektedir.
Bahsin devamında da ûlû'lemr'in izni konusunun sünnete
dayandığı izah edilmiştir. Şimdi âdil ve câir imam
kavramlarını izah edelim: Âdil imam; hem kendi nefsinde,
hem de insanlar arasında, İslâmî hükümleri tatbik eden,
bey'at sonucu müslümanlar üzerinde tasarrufu ammeye hak
kazanan kimsedir. Başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere, Hz.
Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (Allah kendilerinden razı
olsun) âdil imama misâldir. Cair imam ise; gerek kendi
nefsinde İslâmî yaşamaması, gerekse bey'at sonucu
olmadan (kuvvet kullanarak) iktidara gelmesiyle tanınır.
Zulmû ile meşhur olan sultanların hepsi câir imam
durumundadır. Âdil ve câir bir imam yoksa durum ne olur?
Mezahib-i Erbaa'da bu sualin cevabı şöyle verilmiş:
"Eğer ulü l-emrin izni olmazsa, cum'a münâkid olmaz.
İnsanlara öğle namazı farz olur."(15) Tabi bu hüküm,
hanefi fukahasına tahsis edilen bölümde yer almıştır.
Şimdi Türkiye'de cum'a namazının edâsı için ulû'lemrin
izni mevcut mudur? sualine cevap arıyalım. Birinci Büyük
Millet Meclisinde cum'a namazının edâsı konusu;
hilâfetin ilgası sırasında gündeme gelmiştir.
Seyyid Bey; bu konu ile ilgili bir
kitap kaleme almış ve Hz. Ali (ra)'nin hilâfetinden
sonra, krallığın gündeme girdiğini iddia etmiştir.
Dolayısıyla krallıklar döneminde, cum'a namazının
kılındığını hilafetle cum'anın ilgisi olmadığını, kendi
uslûbuna göre izah etmiştir. Bu tartışmalar; 16
Şubat 1933 tarihli; Mustafa' Kemal'in emri ile; izin
talebinde bulunan bütün cemaatlere (köy veya şehir)
cum'a için müsaade edileceğinin tamim edilmesi üzerine
kesilmiştir. O tarihten sonra
27 Mayıs 1960, 12 Mart 1972 ve 12 Eylül 1980
askerî müdahaleleri (ki hepsi
de cum'a gününe rastlamış ve sokağa çıkma yasağı
yüzünden cum'a namazı kılınamamıştır)
sonucunda; Mustafa Kemal'in vermiş olduğu izin
kaldırılmamıştır. Şu anda milyonlarca cum'a cemaati,
Mustafa Kemal'in izni ve onu takip eden yönetimlerin
tasvibiyle toplanmaktadır. (16)Bazı çevreler ısrarla
Mustafa Kemal'in:
"Hilâfeti ilga ettiği ve şer'i kanunları kaldırıp, modem
kanunları getirdiği için" İslâm'a inanmadığını (tabiî
gizli olarak) savunmaktâdırlar. Ancak aynı çevreler;16
Şubat 1933 tarihinde Mûstafa Kemal Atatürk'ün emri ile
verilen izinle cum'a namazını edâ etmektedirler. Firaset
sahibi her insan kabul eder ki; bu çevrelerin iddiaları
ile amelleri arasında korkunç bir tezat vardır. Eğer
iddialarında samimi iseler, kendileri gibi düşünenler
arasından "Cum'a imamı" seçerek, namazlarını edâ etmek
zorundadırlar!..
İkinci Şart: Cum'a namazının edâsı
için; mısr (şehir) veya civarinda mûkim olmak!.. Resûl-i
Ekrem (sav)'in: "Bir mükellefe ne cuma namazı, ne teşrik
tekbiri, ne ramazan bayramı namazı, ne kurban bayramı
namazı yoktur. Bunlar ancak toplayan şehirde (mûkim
olanlara) vardır." (17) hadisini esas alan Hanefi
fûkahası: "Cum'a namazı ancak şehirde (mısr) edâ edilir.
Köylerde sahih olmaz" hükmünde müttefiktir. İmam-ı
Merginanî: "Şehir öyle bir mevzidir ki, içinde haddleri
ikâme eden ve hükümleri infaz eden bir emîri ve kadısı
bulunur." (18) hükmünü zikreder. Bahsin devamında da;
Kerhî'den ve Selcî'den gelen rivayetleri kaydeder.
Feteva-ı Hindiyye'de "Zahirü'r rivayede şehir;
kendisinde kadı ve müfti bulunup haddlerin ikâme
edildiği ve binalarının da Mina binaları kadar olduğu
yerdir. Feteva-ı Kadıhan'da da böyledir. Hülasa'da ise;
"İtimad bu kavil üzeredir" denilmiştir. Tatarhaniye'de
de böyledir. Haddleri ikame etmenin mânâsı, bunu yapmaya
gücün yetmesi, yetki ve selâhiyetin bulunmasıdır.
Giyasiye'de de böyledir"ı9 hükmü kayıtlıdır. Zayıf bir
rivayet olarak, Selci'den gelen; nüfusla ilgili tarif (mukallid)
bazıları tarafından "İslâmî hükümleri tatbikte gevşeklik
zuhur etmiştir" gerekçesiyle tercih edilmiştir. Bazı
fûkaha ise nüfus üzerinde durulmasını, haddlerin ikamesi
için, belirli bir insan cemaatinin bir arada olmasına
bağlamıştır. Usûl ûleması: "Zayıf kaville amel
edilemiyeceği gibi, fetva da verilemez" hükmünde
müttefiktir. Selâhiyetli bir ûlema heyeti tarafından
hazırlanan Feteva-ı Hindiyye'deki hükümler, zayıf kavil
sebebiyle terkedilmez.
Üçüncü Şart: Cum'a namazının edâsı için, cemaat şarttır.
Ferdî olarak edâ edilemez. Hz. Abdullah b. Amr (ra)'dan
rivayet edilen hadisi şerif'te: "Cum'a namazı her
müslüman üzerine, cemaat halinde kılınmak üzere vacip
olan bir haktır." hükmü beyan buyurulmuştur. Bu hadisi
şerif; Beyhaki, Ebû Davud ve Hâkim'de yer almıştır.
İmam-ı Merginani: "Cum'anın şartlarından birisi de
cemaattir. Zira, cum'a kelimesi, ictima'dan
(toplanmaktan) türemiştir. Cemaatin en azı İmam-ı Âzam
Ebû Hanife (rha) katında; imamette bulunan kimsenin
dışında üç kişidir. İmameyn'e göre imamdan başka iki
kişidir"(20) hükmünü zikreder. İmam-ı Şafii (rha), cum'a
cemaatinin en az kırk kişi olması gerektiğini beyan
etmiştir. Otuz dokuz kişi olsa cum'a sahih olmaz.
Buradaki ihtilâf, cemaat kavramına dayanır. İmam-ı Şafü
(rha) ilk cum'a namazının kırk kişiyle kılındığını esas
almıştır. Hanefi fûkahası ise, sayının değil, cemaati
önemli olduğu üzerinde durur. Fakat bütün müctehid
imamlar (sayıda ihtilâf etmiş olsa da) cum'a namazının
cemaatle edâ edileceği üzerinde ittifak etmişlerdir.
Yani ferdî olarak kılınamaz. (Not: İmzasız iftira
teksirinde; ilmî mütalaa (!) sahibi, Hanefilerin bu
konuda da yanıldıkları iddiasındadır. Diyor ki: "Hem
bunca şart ileri sürülür, hem üç kişiyle olur mu?"
Halbuki fetih sonucu bir belde ele geçirildiği zaman; o
beldedeki zimmîler (gayrımüslimler) kılıçtan geçirilmez.
Orada İslâmî hükümler tatbik edilince darû' l-İslâm
vasfı ortaya çıkar. Velev ki mü'minlerin imamının
görevlendirdiği üç kişiden başka, bütün ahali
gayrımüslim olsun!.. İşte o üç kişi; fethedilen bu yeni
beldede cum'a namazını edâ eder. Demek ki, yanılan
Hanefi fûkahası değil, iftira sahibidir.)
Dördüncü Şart: Cum'a namazının edâsının şartlarından
birisi de, öğle vaktinde kılınmasıdır. Cum'a namazının
olan âyet-i kerime'de, "Cum'a günü" tâbiri umumi bir
beyandır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Güneş meylettiği
zaman insanlara cum'a namazını kıldırınız"(21) hadisi
mücmel olan zamanın tefsiri hükmündedir.
Be,sinci Şart: Cum'a namazının edâsının şartlarından
birisi de izn-i âm'dır. İzn-i âm; mü'minlerin emirinin (ulû'l-emrin)
insanlar için umumi müsaade vermesidir.(22) Cum'a
namazının edâ edildiği caminin kapısının herkese açık
olması esastır. Feteva-ı Hindiyye'de: "Cemaat camiye
toplanmış olsa ve caminin kapılarını üzerlerine
kapatarak cum'a namazı kılmış olsalar, bu cum'a caiz
olmaz"(23) hükmü kayıtlıdır.
Altıncı Şart: Cum'a namazının şartlarından birisi de
mü'minlerin emirinin veya görevlendirdiği kimsenin hutbe
okumasıdır. Bir kimse mü'minlerin emirinin izni olmadan
hutbe okursa ve cum'a namazını kıldırsa "âsi ve bağy"
hükmünde olur (24) Çünkü bu fiilde, ümmetin velâyetine
tecavüz vardır. Cum'a namazı için ulû'l-emr'in vermiş
olduğu izin, aynı zamanda hutbe okuması için de izin
sayılır. İbn-i Abidin: "İzin ancak mescid yapılırken
şarttır: Bu sözün neticesi şudur: Sultanın izni ancak
ışin başında bır defa şarttır. O cum'ayı kıldırmak için
bır şahsa izin verdi mi, o şahıs da başkasına, o da
başkasına izin verebilir maksad sultan (ulu'l emr) bir
camide cum'a kılınmasına izin verdi mi, artık orada her
şahıs ve her hâtib cum'a kıldırmaya mezûndur., (Sultanın
yahut sultan tarafından mezûn olan kimsenin iznine hacet
yoktur) demek değildir Buna İbn-ı Çürubaş'ın Bahır'da
nakledilen şu ibaresi de delâlet etmektedir: `Bunu
öğrendikten sonra anlarsınız ki, zamanımızdâ yapılanlar,
bir cami de cuma kıldırmak için sultanın izni aranır. Ve
sultanın cami sahibine orada cum'a kıldırmak için izin
vermesi, cami sahibinin de tayin edeceği hatibe izin
vermesini sahih kılar. Artık bu hatib de icabında yerine
başkasını geçirmeye mezûndur. Bunun hülâsası şudur Cum'a
kıldırmak ancak vasıtalı veya vasıtasız olarak sultan (ulû'l-emr)
tarafından me'zûn kimseye caizdir izin yoksa caiz
değildir."25 Bu metinde geçen hatıb ıstılâhı unutulmaya
terkedilmiştir. "Hatıb", ıştılâhı; "Cum'a imamı"
mânâsındadır Hutbeden kinayedir meselenin kavranması
için Şafi` fûkahasından `İmam Ebû'l Hasan el Maverdî'nin
Ahkâmû's Sultaniye isimli eserindeki şu hükümleri
zikredelim. "Cum'a namazına imam tayin edilen kimse, beş
vakit namazı kıldıramaz. Beş vakit namaza imam tayın
edilen kimsenin cum'a namazını kıldırıp kıldıramıyacağı
hakkında görüş ayrılığı vardır. Yalnız cum'a namazını
başlıbaşına bır ibadet kabul edenlere göre, beş vakit
namaza imam tayin `edilen, cum'a namazına imam olamaz
Cum'a namazını, o günün öğle namazına sayanlar, beş
vakit namâz için tayin edilen imamın, cum'a imamlıği
caizdir, derler "26 Hanefi fûkahasına göre: cum'a namazı
başlı başına bır ibadettir, öğle namazının bedeli
değildir. bu sebeple Osmanlı döneminde, "mescid
imamları" ile "hatipler" (cum'a imamları) ayrı ayrı
tayin edilmişlerdir. Günümüzdeki "Hâtibogulları"
tâbiride, bu maziyi hatırlatır!.. Cumhuriyet döneminde
ise, bu iki görev birleştirilerek "imam-hatip"
denilmiştir: Şimdi "filân caminin imam-hatibi" denilir.
Cum'a
namazının;edasının Şartları; meselenin ehemmiyeti
sebebiyle, tarih boyunca titizlikle tartışılmıştır. Bir
şehirde "tek bir yerde mi, yoksa müteaddid yerlerde mi
kılınacağı" konusunda ihtilâf sebebiyle âhir-i zuhur
(son öğle namazı) gündeme girmiştir(27). Bazı fûkaha;'bir
şehirde `tek bîr camide kılınacağını esas almış' ve: "Müteaddid
yerlerde cum'a namazını kılmanın caiz olduğunu sahabeden
ve tabiatıdan hiç kimse söylememiştir" diyerek konunun
ehemmiyetini ..işaret etmiştir: Hanefi fûkahası; istilâ
altında dahi mü'minlerin kendi içlerinden bir emir
seçerek cemaat haline gelmelerini, seçtikleri emîrin
kadı ve cum'a imamı tayın suretiyle İslâm'ın hükümlerini
yaşamalarını tavsiye etmiştir.27
Fakat hiçbir fakih; "müstevli kâfirlerin reislerine
itaat ederek, küfür ahkâmına râzı olun ve rahatınıza
bakın" dememiştir!.. Esasen böyle demesi de
düşünülemez. Afganistan'ın istilâsından sonra, firaset
sahibi mü'minlerin: "Babrak
Karmal'ın ve onun gibî olanların izniyle cum'a namazı
kılınmaz" demeleri, bazı çevreleri rahatsız etmiştir. Bu
hiçbir zaman, o beldelerde ikamet eden müslümanların,
cum'a namazını terketmelerini, teklif değildir.
Aksine kendi içlerinden emir seçerek, müstevlilere karşı
cihad etmelerinin gerektiğini hatırlatmaktır.
"Azimet"'ve "ruhsat"`'hududlarını dikkate almayarak,
aklî sebeplerle keyfî gerekçeler bulmak (dinde bid'at
çıkarmak) büyük bir tehlikedir Müctehid seviyesinde ilme
sahip olmayan bir mü'min; sırf ilmî kudreti olmadığı
için, bir müctehide ittiba eder: Bu onun üzerine
vaciptir. Mükellefi, ittiba ettiği müctehid hususunda
(ilmî bir delile dayanmadan) şüpheye düşürmek, İslâm'a
hizmet değildir Hele hele: "Efendim, ulû'l- emr'in izni
meselesi sadece Hanefilerde var, diğerlerinde yok!..
Dolayısıyle cumhurun görüşü geçerlidir" gibi; usûl-i
fıkıh açısından kabul edilemeyecek iddialar gülünçtür.
Kaldı ki bu uslûp, ilmî kudrete haiz olmayan mukallid
mü'minler tarafından benimsenirse, Kur'ân-ı Kerîm'in
dışındaki bütün eserler (hadis mecmuaları da dahil)
reddedilir. Bunun ortaya çıkaracağı vahim sonuçlar,
biraz ilmi olan ihlâslı mü'minler tarafından kolayca
tahmin edilebilir.
KAYNAKLAR
(1)
Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, Diyarbakır: 1339 M.
İslâmî Yay. c. I, sh. 529 ("Cum'a namazı" bahsinin
girişi). Ayrıca Islâm Ansiklopedisi, İst. 1977, c. III,
sh. 227 ("Cum'a" Mad.)
(2)
Sahih-i Müslim Tercümesi ve Şerhi, İst.1977, c. IV, sh.
2347 (459), Cum'a bahsinin girişi.
(3)
İbn-i Abidin, Reddü'l Mııhtar Ale'd Dürri'I Muhtar,
İst:1983. c. III, sh. 325.
(4)
Kurtuln,s Dergisi, Şubat 1977 Yıl: 3, sh. 24 (Maraş
Yüksek Tahsil Gençliği tarafından, Maraş'ın kurtuluş
gününde çıkanlan dergi).
(5)
İmam-ı Merginani, el-Hidaye Şerhû Bidayetü'l Mübıedi,
Kahire:1965, c. II, sh.135.
(6)
Cumâ Sûresi: 9.
(7)
İbn-i Münzir, Kitabû'l-Icma, Ankara,1983, sh. 29.
(8)
İmam-ı Kasani, el-Bedaiîı's Senai, Beyrut: 1974, c.I, sh.
258-259.
(9)
Şeyh Nizamüddin ve Heyet, el-Feteva-ı Hindiyye,
Beyrut:1400, c. I, sh.144.
(10)
İbn-i Abidin, a.g.e., c. III, sh. 283.
(11)
Sünen-i Ibn-i Mace, İst: 1401, Çağrı Yay. c. I, sh. 343,
Had. No:1801.
(12)
Geniş bilgi için bkz. Sadrüddin Taftazani, Şerhû'l Akaid.
İst: 1980 sh. 326-327. Ayrıca Muslihuddin Mustafa
Kesteli, Şerhû Akaidi'I Kesteli, İst: 1973, Salâh Bilici
Yay., sh. 181-182; Metn-i Akaid'il Ömer Nesefi, sh.12 (Kesteli'nin
sonunda).
(13)
Siracüddin Ebû Hafs Ömer el-Gaznevi, el-Gurreti'l Münife,
Kahire:l950, sh. 68. Ayrıca İbn-i Hümam, Fethû'I Kadir,
Beyrut:1316, c. IV, sh.129.
(14)
Abdüllâtif Zebidî, Sahih-i Bnhari Muhtasarı, Teerid-i
Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ank: ty. Diyanet Yay. c. III,
sh. 47 vd.
(15)
Abdurrahman el-Ceziri, Kitabü'I-Fıkh ale'I-Mezahibi'I-Erbaa,
Beyrut: 1969, 3. bsm., c. I, sh. 388 (Dört Mezhebin
Fıkıh Kitabı, çev. Hasan Ege, Bahar Yayınlan, Ankara
1971 baskısında bu hüküm yer almamaktadır. Zuhül eseri
atlanmış olsa gerek...)
(16)
Bu iznin metni için bkı: A. Hamdi Akseki, İslâm Dini,
Ank:1973 (27. bsk), sh.173.
(17)
İmam-ı Serahsi, el-Mebsut, Beyrut: ty., c. II, sh.121.
Aynca İmam-ı Merginani, el-Hidaye Şerhû Bidayetü'I
Mühıedi, Kahire: 1965, c. I, sh. 82; İbn-i Hümam,
Feıhû'I Kadir, Beyrut:1315, c. I, sh. 409.
(18)
İmam-ı Merginani, a.g.e., c. I, sh. 83.
(19)
Şeyh Nizamüddin ve Heyet, a.g.e., c. I, sh.145. (20)
İmam-ı Merginani, a.g.e., c. I, sh. 83.
(2l)
İbn-i Hümam, a.g.e., c. I, sh. 413. Ayrıca İmam-ı
Merginani, a.g.e., c. I, sh. 83.
(22)
Molla Hüsrev, Dürerîı'I Nükkam fi Şerhû Gureri'l Ahkâm,
İst.1307, c. I, sh.138.
(23)
Şeyh Nizamüddin ve Heyet, a.g.e., c. I, sh.148.
(24)
Şeyhülislânı Ali b. Muhammed (Zenbilli Ali Efendi) el-Feteva,
İst: 1324, sh.ll, Fetva no: 32. Ayrıca Şeyh Nizamüddin
ve Heyet, a.g.e., c. I, sh.145.
(25) İbn-i Abidin, a.g.e., c. III, sh. 290. "
(26)
İmam Ebû'1-Hasen el-Maverdi, el-Ahkâmn's Sultaniye,
İst:1976 Bedir Yay. sh.113 (Müt.: Ali Şafak).
(27)
Geniş bilgi için bkz. İbıi-i Abidin, a.g.e., c. III, sh.
300.
(28)
Geniş bilgi içirr bkz. İbn-i Nüceym, el-Bahrü'r-Raik
Kahire: 1311 c. IV, sh. 298. İbn-i Hümam, a:g.e., c. VI,
sh. 365 Şeyh Nizamüddin ve Heyet, a.g.e., c. I, sh.146,
İbn-i Abidin, a.g.e., c. XII, .145.
KONU İLE İLGİLİ
YAZILAR:
CUMA NAMAZI HAKKINDAKİ
AYETLERİN TEFSİRİ
TÜRKİYE'DE "CUMA"
NAMAZI, TOPLANTISI
CUMA NAMAZI
(ARAŞTIRMALI)
CUMA NAMAZI, TOPLANTISI
HAKKINDA NETİCE
LİNKLER:
Veda Hutbesi
Konu ile ilgili
Kuran-ı Kerim Tefsir ve meali
Yukarıdaki Yazının
alıntı yapıldığı sayfa