Yağmurlu günümüze yeni gün ekleyelim;
Çamaşır asmak için yazı mı bekleyelim?..
Karadeniz'de adam asılır lakin çamaşır asılmaz.
O yüzden Üstad Necip Fazıl "Bu yağmur, bu yağmur; bu kıldan ince/kılıçtan da keskin yağar da durur" şiirini Trabzon'da yazmıştır. Üstadın ilk görev yeri Trabzon Ziraat Bankası'dır.
Bir anekdot anlatayım: İstanbul Aksaray'da arkadaşlarla buluşup sohbet ettiğimiz bir mekân vardı; "Nimet Lokantası". Bu lokanta sadece yemek üretip satmak için değil idi: Türkiyenin en büyük yemek üretim firması olan Bekard'ın referans lokantası olarak açılmıştı(yemek firmalarının böyle bir referans lokantası olması lazım imiş.)Bir bölümünde şark köşesi yapmışlardı orada otururduk. Firma sahipleri lokantayı açınca "ne isim koyalım" diye düşünürken Rahmetli anneleri; "evlatlarım, kara kara ne düşünüyorsunuz? Burada ne üretip satacaksınız; yemek. Peki yemek nedir; nimet. Öyle ise ismi kendinden makul, 'Nimet Lokantası' olsun. (Rahmetli Hacı annemiz çok asil ve süper zekâ bir aileden geliyordu; Reis-ül-Kurra Rahmetli Mehmet Rüştü Aşıkkutlu" Hocaefendi'nin kardeşinin kızı idi ve evlenene kadar amcasının yanında kalmış, rahle-i tedrisinden geçmiş idi. Her birerlerine Allah rahmet eylesin. )
Bu lokantanın mütavimlerinden olan dostumuz K.B.B. Profesörü Tonyalı Aziz Öztürk Hoca bir akşam yanında adını duyup tanımadığım lakin memlekette köyümün karşısındaki köyden (Ballıca,Melinoz) olan Prof. Necati Çakır ile geldi. Bizi tanıştırırken "şiire meraklı" olduğumu, "şiir konusunda epey malumatlı olduğumu abartarak söyledi Necati hocaya. Adam bilgiye doymaz birisi, 3 dalda profesörlüğü var. Üstelik şiire de meraklı. Necip Fazıl ile bizzat tanışıp yakın sohbetlerine katılmış. Hemen beni sınava çekti; "madem şiir konusunda malumatlısın, söyle bakalım Üstad "bu yağmur, bu yağmur" şiirini nerede yazmıştır?" Diye sordu.
Şöyle cevap verdim; hocam, onu biliyorum(Kısakürek'in külliyesinde kendi biyografisi olan "O Ve Ben, Babiali" isimli kitaplarını okumuştum) lakin bilmesem de tahmin edip bulabilirdim. Çünkü; yağmur bizim memlekette öyle insanı usandırıp, şiir yazacak noktaya getirene kadar yağar".
"Tamam öyle ise, sınavı geçtin" dedi.
Üstad'dan dinlediği anılarını anlattı. Bir tanesi şöyle: üstadın arkadaşlarından biri çalışma odasını merak eder ve Üstad'a "odanıza gelebilir miyim?" diye
Sorar. Üstad; "Elbette, buyurun gelin. Neyi merak ettiyseniz?" Der...
Girerler odaya, adam şaşkın şaşkın etrafa bakar; ne kitap koymak için raf, ne kitap, ne başka bir eşya!.. Sadece tahtadan bir masa, yine tahtadan sandalye. Masada, üzerinde yazılar karalanmış-karalanmamış kağıtlar, bir de içi izmarit dolu kül tablası.
Üstada sorar; "Üstadım burada mı çalışıyorsunuz?
"Evet" der Üstad, "ne var bunda?"
"Ne bileyim, bir dolu kitap düşünüyordum etrafta, malesef tek kitap dahi göremedim, hayret!.. Peki siz o kadar fikir yazılarını, anıları, şiirleri yazarken besleneceğiniz bir argüman yok ortalıkta; nereden besleniyorsunuz?"
"A benim sersem arkadaşım, sen hiç sağmal ineğin süt vermek için süt içtiğini gördün mü?"
Tahir Bulut
@öne çıkar
YORUMLAR