Abdullah Gözaydın

Abdullah Gözaydın

Fatih'in Demokratik Geleceği
fatihten@gmail.com

İbret Alamıyorsak yaşamıyoruz demektir

03 Mart 2015 - 17:08


Dostlar çok yakında, Rabbim Ömür ve Fırsat verirse sosyal hayatımla ilgili bazı hatıralarımı buradan sizlerle paylaşacağım.

 

Bilhassa On yıldır hayatı bize zindan etmeye çalışan birileri hakkında olacak.

Aslında sizlerle paylaşmak istediğim esas mesele, Mazluma zulmedenlerin akıbetlerinden örnekler olacak.

Buradaki baş aktör mazlum biz oluyoruz, Yazı içinde biz'leride elden geldiğince açıklayacağız.

Tabii zalimler bir tane değil, Mazlumlarda hiç az değil.

 

Bu yazıların ibret alınacak tarafı Zalimlerin başına gelen musibetler,

Bu musibetlerin kendilerini neden-nasıl bulduğu hakkında fikir sahibi bile olmamaları.

 

Mesela (Yuvalarının yıkılması, Çocuklarından mahrum kalmaları, asla ödeyemeyecekleri kadar borca girmeleri, Düştükleri karanlık yolda işledikleri suçların gün yüzüne çıkmaması için daha ağır suçların içine düşmeleri, Manevi mesuliyeti çok makamlara gelip hiçbirşey yapamayarak fırsatçıların günahlarına-zulümlerine ortak olmaları) gibi.

 

Burada vermek sitediğimiz mesaj, çok eski derviş hikayesi.

 

Kelin de bir sahibi var

 

Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra sadeliği seçecektir.

 Saç, sakal, kestirmek üzere berbere gider.

 Vur usturayı berber efendi, der.

 

Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:

 

 - Kalk bakalım kel, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.

 Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.

Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.

Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar. Fakat kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:

 

 "Kel aşağı, kel yukarı."

 

 Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. 

 

Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:

 - Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?

 Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:

 - Vallahi gücenmedim ona. 

Hakkımı da helal etmiştim. 

Gel gör ki kelin de bir sahibi var. 

O gücenmiş olmalı!…