Abdullah Gözaydın

Abdullah Gözaydın

Fatih'in Demokratik Geleceği
fatihten@gmail.com

93 HARBİ VE RUSLARIN YAPTIĞI TÜRK SOYKIRIMI

28 Nisan 2015 - 05:06


TARİHİMİZE 93 HARBİ DİYE GEÇEN BU SAVAŞ, BALKANLAR’DA SİVİLLERİN DOĞRUDAN HEDEF ALINDIĞI İLK SAVAŞTI.

 

Mesele toprak kayıplarının çok ötesindeydi. Kaybedilen topraklarda ve sonradan Bulgaristan olacak ülkede yaşayan Türkler, toptan kıyıma ve sürgüne tabi tutulmuşlardı. Bir milyonun üzerinde insan sürgünlerin önünde yollara düşmüş ve bunların yüz binlercesi can vermişti.

Bulgaristan, Türklerin en yoğun yaşadıkları Balkan ülkesiydi. Savaştan önce, yani 1877’de, sonradan Bulgaristan olacak Tuna Vilayeti ile Edirne vilayetinin Filibe ve İslimye sancaklarında yaşayan Türklerin (aralarında Çerkezlerde vardı) sayısı 1 milyon 500 ila 1 milyon 700 bin civarındaydı ve toplam nüfusun yarıya yakınını oluşturuyordu.

 

Bulgarların sayısı kimi kaynaklara göre Türklerden biraz daha az, kimine göre biraz daha fazlaydı. Osmanlı, Rus, İngiliz, Fransız kaynakları her iki halkın nüfusunun aşağı yukarı aynı olduğunda birleşiyordu. Tarihçi Justin McCarthy, Türk nüfusunun 1 milyon 500 bin olduğunu söylüyor. Nüfusla ilgili kaynakları değerlendiren Ömer Turan ise savaştan önce Bulgar olmayanların (1 milyon 949 bin), Bulgarlardan (1 milyon 793 bin) daha çok olduğunu, Bulgar olmayanların yüzde doksanını da Türklerin oluşturduğunu söylüyor:

 

Buna göre, Türkler 1 milyon 600 bin civarındaydı. Rum, Ulah, Yahudi, Ermeni gibi Bulgar olmayan toplulukların sayısı da 350 bin kadardı. Demek ki, ‘’Bulgar devletinin kurulması hazırlıklarının yapıldığı bölgede Bulgarlar çoğunluğu teşkil etmemektedirler.’’ Bu durum işgal sonrasını planlayan Rus Prens Panslavist Çerkaski’nin başkanlığında kurulan Bulgaristan Mülki İdare Teşkilatı’nca da tespit edilmişti.

 

Örneğin Tuna Vilayeti’ne bağlı Ruscuk, Sofya, Tulça ve Varna sancaklarında Türkler; Vidin ve Tırnovo’da ise gayrimüslimler çoğunluktaydı. Diğer Hıristiyan unsurlar dışta tutulunca, hiçbir yerde Bulgarların, etnik bir grup olarak çoğunluğu sağlayamadıkları anlaşılıyordu. Tarihçi Turan, Bulgaristan Mülki İdare Teşkilatı’nın Tuna ve Edirne vilayetlerindeki Türkleri ve Müslümanları ‘’def etmeyi ve yok etmeyi’’ amaçlayan ‘’nüfus ihtilali’’nin, bölgenin bu demografik durumunun tespitiyle planlandığını belirtiyor. Açıkçası katliam ve sürgünlerin nedeni kurulacak Bulgar devletinin Slav çoğunluğa dayanması fikriydi ve önceden planlanmıştı.

Savaş ve ardından yürütülen saldırılarla Türk nüfusun bir milyon kadarı topraklarından sürüldü. Bunun 515 bini sığındıkları topraklarda kaldı. Sığıntıların 105 bini Edirne’ye, 60 bini Selanik’e, 140 bini Kosova ve Manastır’a, 120 bini İstanbul’a, 90 bini de Anadolu’ya yerleştirildi. Bazıları da savaştan sonra geri döndü. Bulgaristan’ın 1887 yılı nüfus sayımına göre kalan Türklerin sayısı 672 bindi. Savaştan sonra da 52 bin Türk’ün Osmanlı Ülkesine göç ettiği kayıtlıydı.

 

Bunlara Osmanlı ellerinde kalmış 515 bin de eklendiğinde, başlangıçtaki 1 milyon 500 bin rakamına ulaşmak mümkün oluyordu. Tarihçi Ömer Turan da Türk nüfusun savaştan sonra yarı yarıya azalarak 800 bin kişiye düştüğünü belirtiyor. Bunun 515 bini göçmen olarak Osmanlı Topraklarına yerleştirildiğine göre, 250 binden fazla (McCarthy’ye göre tamı tamına 261 bin) Türk’ün akıbeti meçhuldü.Meçhul değildi aslında, nüfus tablolarında ‘’telefat’’ hanesinde gösterildiğine göre, bu insanlar ölmüştü. Peki, bu kadar insan nasıl öldü? Bir kısmı kuşkusuz, savaşlarda ve çatışmalarda can vermişti.

 

Ama ezici çoğunluğu katliama uğramıştı, sürgün sırasında açlık, hastalık ve soğuğa kurban gitmişti. VAHŞİ TÜMENBu katliamın sorumlusu Rus ordusu, bu ordunun Rus kazaklarından oluşturulmuş dehşetengiz birliği Vahşi Tümen ile Bulgar çeteleri idi. Vahşi Tümen, Rus düzenli ordusunun ardı sıra gelerek, Bulgar çetelerle işbirliği halinde Türk köylerine kıyım ve yağma saldırıları düzenlediler. Sivil halkın dehşete kapılıp korku içinde topraklarını terk etmeleri için her türlü şiddete ve rezilliğe başvurdular.

 

Düzenli ordu da onlardan geri kalmadı; geçtikleri her yer ‘’çöle döndü’’.Bulgar çetelerinin sırtına ise daha da kirli görevler yüklenmişti. Osmanlı ordusunun ikmal yollarına sabotaj ve saldırılar düzenlemek sıradan işleriydi. Asıl görevleri köy basmak, tecavüz ve yağmaydı. Rusların cinayetten imtina ettiği durumlarda, kuşatılmış köylere girip kıyıma kalkışmaktı. Sürülenler geri dönmesin diye köyleri ve çiftlikleri yakıp yıkmaktı. Türklerin ‘’tarlalarını, evlerini, besi hayvanlarını ve her türlü mallarını ellerinden almak’’tı. En canice eylemleri ise savaş meydanlarındaki yaralı Osmanlı askerleri ve esirlere son darbeyi indirmekti.

 

Yapılanlar öyle yaygındı ki, diplomatlar ve gözlemciler, yaşananların ‘’istisna değil, olağan’’ olduğunu bildiriyordu. Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün adlı yapıtında ‘’Olayların çoğunda Müslümanlara zulmeden Bulgarların sıradan köylüler olduğunu’’ söylüyor. ‘’Hatta bazen, halkı karma olan köylerde yüzyıllardan beri babaları dedeleri Müslümanlarla yan yana yaşamış olan köylülerdi. Bunların o çeşit eylemlere girişmelerinin nedeni, Müslümanlara karşı nefret ediyor olmaktan ya da milliyetçilikten çok, mal kapma hevesiydi.’’ O yüzden sadece Müslümanların değil, Yahudilerin de malları talan edildi.Savaştan önce ‘’Türk vahşeti’’ne ilişkin haberleri yapan Batılı gazetecilerin muhabirleri ortak bir bildiri kaleme almak gereğini duydular.

 

Aralarında Times, New York Herald, Republique Français, Frankfurter Zeitung, Daily Telegraph gibi büyük yayın kuruluşlarının da bulunduğu 21 gazete ve derginin muhabiri ‘’Bulgaristan’ın suçsuz Müslüman ahalisine karşı işlenmiş insanlık dışı eylemlerin bir özetini imzaya bağlamayı görev’’ saymışlardı. Olaylardan Rus ordusunun sorumlu tutan gazeteciler ‘’kurbanların büyük çoğunluğunun kadınlarla çocuklar olduğunu’’ da bildiriyordu. Ayrıca bölgede görev yapan Batılı devletlerin konsolosları, bağlı oldukları bakanlıkları olaylar hakkında günü gününe bilgilendirmişlerdi.

 

Örneğin Burgaz’daki İngiliz Konsolosu Brophy, ‘’Türk yönetiminin en kötü olmuş haline kıyasla dahi, sözde büyük bir Avrupa devletinin (Rusya) yönetimi altında durumun eskisine göre on kat daha fazla kötü olduğunu’’ görmüş ve pek büyük şaşkınlığa kapılmıştı. Edirne konsolosu Blunt, Türklerin yaşadığı kıyımları derlemişti. Bir başkası, ‘’Rusların kararlı benimsedikleri amacın, bütün Müslümanları ülkeden sürüp çıkarmak’’ olduğunu tespit etmişti. Bu tanıklıklar ve araştırmacı Bilal Şimşir’in yayımladığı sayısız İngiliz belgesi, bu büyük kıyımın büyük devletlerin gözü önünde işlendiğini gösteriyor.Kıyımın bir başka boyutu da Osmanlı uygarlığının izleriyle ilgiliydi. Ekrem Hakkı Ayverdi’ye göre bugünkü Bulgaristan topraklarında, Türk evleri ve dükkânları dışında, 3 bin 339 Osmanlı mimari eseri vardı.

 

Bunların 2 bin 356’sı cami, 415’i eğitim yapısı, 174’ü tekke ve zaviye, diğerleri de han, hamam, hastane, çeşme, köprü gibi yapılardı. Çoğu savaş sırasında, geri kalanlar da savaştan sonra şehir planlarını bozdukları gerekçesiyle yerle bir edildi. Örneğin Filibe şehrinde 33, Sofya’da 82 cami bulunmaktaydı. Savaş sonrasında her iki şehirde de birer cami kalmıştı. Yüzyıllardır hakim unsur olarak yaşadıkları topraklar üzerinde Türkler, birdenbire azınlık durumuna düşmekle kalmamışlar, mal ve mülklerini, camilerini, okullarını, hatta mezarlıklarını bile kaybetmişlerdi.

 

Gene de Bulgaristan’daki Türklerin sayısı, Bulgarlar için hala tehdit edici düzeydeydi. Bosna-Hersek’in bazı bölgelerinde, Balkan ülkelerinin gözlerini diktiği ve her birinin üzerinde hak iddia ettiği Makedonya (Kosova, Manastır, Selanik vilayetleri) ile Trakya’da ise Türk ve Müslümanlar mutlak çoğunluktaydı. Müslüman nüfusu rahatsız ederek uzaklaştırma siyaseti, o yüzden, savaştan sonra da devam etti. Makedonya’da sivil halka yönelik çete (çentiklerin) saldırılarının ardı arkası kesilmedi. Bulgaristan’ın 1885’de Doğu Rumeli’yi, Avusturya’nın da 1908’de Bosna-Hersek’i ilhakı üzerine, Hıristiyanların yönetimi altında bulunmayı kabul etmeyen Müslümanlar dalgalar halinde Türkiye’ye göçtü.

 

Karadağ’da neredeyse tek bir Müslüman kalmadı. Öte yandan Ege adalarındaki Türkler de bir daha dönmemek üzere Anadolu’ya taşınıyordu. Örneğin Girit’te, 1821’de Türklerin sayısı 160 bindi. Bu sayı 1876’da 95 bine, 1897’den sonra 33 bine düştü. (Onlar da mübadelede göçmek zorunda kaldı.) Sonuçta bütün bu bölgelerden, savaştan sonra gerçekleşen göçlerle yaklaşık 340 bin kişi daha Osmanlı ellerine sığındı.Balkanlar’ın Müslüman nüfusu eriyordu.

 

Son darbeyi Balkan Savaşları vuracaktı; ama bir farkla: Bu kez ÖLDÜRÜLENLERİN SAYISI GÖÇ EDEBİLENLERDEN, İSTANBUL VE ANADOLU’YA SIĞINABİLENLERDEN ÇOK DAHA FAZLA OLACAKTI.