“BEN SENİ SEVDİM SEVELİ...”
İkimiz de tecrübeliydik; aynı anda “iskandil” attık.
Duvarları yıkmamız ise çok sürmedi,
Birbirimize “devrimci dayanışma” temelinde yaklaştık.
Kafası dumanlı bir günde, ağabeylik unvanını hak ederek aldı...
***
İlk karşılaştığımız yer Trabzon Kalkınma Derneği'nin lokaliydi.
İki tek attıktan sonra haberleri izlemeye gelmişti.
Bir süre oyun oynayaları izledi.
“Yancı” olmadığı her halinden belliydi...
Görmüş geçirmiş bu Karadeniz delikanlısı, oyun hakkında sorular sordu, espriler yaptı, oyuncuları etkiledi.
Zeki adamdı Ağa Dayı...
***
Bir süre sonra yöneticisi olduğumuz derneğin 68 Kuşağı'ndan olan arkadaşlarını sordu.
Hiçbirini tanımıyorduk tabii, öylece kala kaldık.
Bir anda misafir durumuna düşürdü bizi.
Oyun bitti...
***
İki masayı birleşti birimiz.
Mehmet Taka Abi, 6. Filo'yu Dolmabahçe'den nasıl denize döktüklerini,
Danimarkalı subayın kasketini nasıl aldığını anlattı bize...
***
Birbirimize daha çok ısındık.
Ziyaret sebebini sorduk, geçiştirdi nedense...
***
Çok sonra öğrendik:
Meğerse, 68 Kuşağı'nın takası kayalara bindirmişti Başkent'te!
En yakın mücadele arkadaşı, yoldaşı ile birlikte;
amansız bir hastalıkla mücadele etmeye gelmişler.
Hacettepe'de Karadeniz'in dalgaları Takaları habire dövüyordu...
***
Mehmet Ağabeyim ağırdı, yağmur bulutları gibi yani.
Yağacak bir yer arıyordu, bunun da en yakın tanığıyım.
Duygularını gizliyor mu, paylaşıyor hiçbir zaman anlayamadım.
Zaten onun bu yönünü anlatacak kadar kelime dağarcığım yeterli değil...
***
Ondan öğrenelim:
***
Önündeki kadehin ağzını kapatacak şekilde sol elini üzerine koydu o gece.
Kendine güveniyordu, sol tarafı biraz daha fazla işlekti.
Hammamızade İsmail Dede Efendi'nin Bestenigar makamından bir şarkı okumaya başladı:
***
Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum,
Aklımı yağmaya verip, fikrimi şaştım,
Mecnun'a şimdi eş olup dağlara düştüm,
Sor güle bülbül ne çeker harin elinden,
Bir daha gül koklamayım yarın elinden... (*)
***
Birlikte daha sık yemek yemeye başladık:
Bir gece;
sahnede sanatcı şarkı okurken, oturduğu yerden başka bir şarkıyı mırıldandı.
Bizimkinde kopan fırtınanın sanatçı da farkındaydı.
Mikrofonu bizim masaya bıraktı.
Ne soylu hareketti anlatamam...
***
Her seferinde duygu yoğunluğunun doruğunda dolaşıyordu.
Benimki bencilliktir, kabul ediyorum:
Bizim mahallede;
68 Kuşağı'nın yiğit delikanlıları ile tanışmış olmak bile, ayrıcalıktır.
O yüzden isminin gçtiği her yerde “çok yakın arkadaşımdır” diyordum..
***
Bir Cuma günüy yine kapımı çaldı.
Kim bilir hangi dosya üzerinde çalışıyordum.
Elinde Turgut Özakman Hocanın “Şu Çılgın Türkler” adlı kitabı vardı.
Fazla konuşmadı:
“Bunu okuduktan sonra tartışırız” dedi ve çıktı.
700 küsur sayfalık o belgesel romanı Pazartesi sabaha karşı bitirdim...
***
Öğleden sonra sınav yapmaya geldi beni:
“Ne kadar da eksiğimiz vardı değil mi?” diye sordu.
Başımı sallayarak “evet” dedim...
***
İki eli kanda olsa misali, yeğenimin düğününde de yanımdaydı.
Biricik yoldaşının ölüm haberini orada aldı.
Düğünden doğruca cenazeye gittik.
Ne gündü ama!..
***
Ereğli'ye vardığımızda, arkamızda dizili konvoyda şaşılacak kadar ülkücü vardı.
“Adam gibi adam” duruşuyla,
gönüllerde yer ettiğini uygulamalı kanıtladı...
***
Katılanlara gazete ilanı ile teşekkür etmedi.
İlk fırsat bulduğunda; geniş katılımlı bir yemek düzenledi.
Teşekkür konuşması yapmadı denebilir.
Zaten iki cümleden fazla konuşmadı.
Oysa dinleyici bulduğunda “konuşmayı şehvetle severdi”...
***
“Ben seni sevdim seveli” şarkısını okudu.
Dede Efendi’nin aşk üzerine bestelediği o şarkı, bu kadar dokunaklı mıydı?
Yengemle vedalaştığı her halinden belliydi...
***
Mehmet Abi;
Aşk şarkısından bir ağıt yarattı...
***
Kül tablasından yükselen sigara dumanı imdadına yetişti.
Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi.
“Artık saklayacak bir şey yok” der gibi davrandı!...
***
İlginçtir; o gece arkadaşların çoğu ağladı.
Eski bir şarkı;
bu kadar içten,
bu kadar duygulu,
bu kadar yürekten okunabiliyordu demek ki...
***
Çocukluk anılarımın gözyaşına döndüğü dağ evime geldiklerinde;
aradan bir yıldan fazla zaman geçmişti.
Hasan babasına göz-kulak oluyordu o tatilde.
Ahıra odun almaya indiğimde peşimden yardıma gelmişti.
Sordum öyle dedi...
Mehmet Abi ise en küçük oğluna annelik yapıyordu.
O da durumu böyle izah etmeye çalıştı...
***
Nasıl duyuldu bilmiyorum.
Bizim dağ evi bir kaç saat içinde düğün derneğe döndü...
Çok şamata oldu o gece.
Herkes gittiğinde “Bir isteğim var” dedim.
Gözlerime manalı manalı baktı.
O bakışı hiç unutmuyorum...
***
Hasan yatmak için ayrılmıştı...
***
Usule uysun diye mi bilmem isteğimi peceteye yazdım.
Bu defa önüne bakarak o şarkıyı okudu:
“Bir daha gül koklayamam yarin elinden” mısrasını biraz vurgulu,
bira da farklı mı okudu ne!..
***
O gece bir tek ben ağladım galiba!
Onun her zamanki gibi metin olması gerekiyormuş nedense.
Nedenini hiçbir zaman söylemedi, ben de sormadım elbette.
Hasan'ın yorgan altındakı hıçkırıklarını duymadım.
Vallahi de billahi de...
***
Son konuşmamızda:
“Kanser olan benim arkadaşım, arkadaşlar neden benden kaçıyor anlamıyorum.
Kimse beni aramıyor, bu sitemim biraz da sanadır ha!” demişti.
“Ne diyeceğimi bilemiyorum” gibi bir şeyler mırıldandım.
Oldu mu olmadı mı bilmiyorum...
***
Kapitalistler, yeni bir ilacı denemek için “kobay” arıyorlar.
Yaşama değer veren, düşünmeden kabul etti!
68 Kuşağı'nın bu yiğit neferi artık en azılı düşmanının pençesindeydi.
“Nasıl gidiyor?” diye sorduğumda:
“Bana yaramasa da belki insanlığa yarar bir gün diye umuyorum” demişti...
***
Takvim 6 kasımı gösteriyordu:
Telefonuma bir kayıt işlendi, numara Mehmet Taka'ya aitti...
Bu defa mazeretim vardı:
Tamirci dükkanındaydım ve elim yağlıydı.
Bu yüzden telefona bakamadım...
***
Bir süre sonra tekrar çaldı.
Ses onun değildi ama tanıdık geldi:
Hasan'dı...
***
“Neden babanın telefonundan aradın, kötü bir şey mi oldu oğlum?” dedim.
“Babamı kaybettik Cemil Amca!” zor dedi.
Ağlamaya başladı aslan yeğenim...
Gelecek yanıtı yemin ederim bildim.
Söyleyecek söz yine bulamadım...
***
Çamlıbel'e doğru attığımız voltada;
tompoyu artırıp biraz ilerledim.
Bu defa Dede Efendi’nin şarkısını ben mırıldanmaya başladım:
“Ben seni sevdim seveli kaynayıp coştum...”
Makamını ve devamını hatırlayamadım...
***
Bu muhteşem şarkının sözleri ayva gibi boğazıma tıkandı.
Hasan İstanbul'da, ben Ataköy'de ağlıyordum...
***
Ulu Tanrı'nın Cennetine güle güle git can dostum;
Tek malvarlığı Danimarkalı subayın kasketi olan Kuvayı Milliyeci ağabeyimin,
yolun sonuna kadar açıktır eminim.
Işıklar içerisinde uyusun!...
Cemil Can
(*) https://www.youtube.com/watch?v=SNIEuhmySok